İnsanlık ölmemeli
Bugün birkaç konuya kısa kısa değinelim. Önce Temmuz üzerine yazalım. Temmuz deyince ilk aklımıza gelen sıcaklardır....
Bugün birkaç konuya kısa kısa değinelim. Önce Temmuz üzerine yazalım.
Temmuz deyince ilk aklımıza gelen sıcaklardır. Ve de incirlerdir… Temmuz sıcaklığı, şiirlere ve romanlara bile konu olmuştur ama bilindiği gibi son yıllardaki iklim değişikliği ile Temmuz ayında yağmur bile yağabilmektedir. Hem de bu yağmurlar öyle böyle değil, felaketlere yol açacak kadar şiddetli olabilmektedir.
Sonra Temmuz deyince 2 Temmuz Sivas-Madımak ve 5 Temmuz Erzincan-Başbağlar’da gerçekleştirilen katliamlar akla gelir. Anadolu coğrafyası, çok sayıda katliama tanıklık etmiştir ama yakın tarihimizdeki bu tarz katliamlar, toplumda derin izler bırakmıştır. Aydınlanmış mıdır? Bana göre tam olarak aydınlanmamış ve suçlular da cezalarını çekmemişlerdir.
Hangi kişi, örgüt veya devlet yaparsa yapsın suçsuz insanların öldürülmesini hiçbir vicdan kabul etmemelidir.
Tarih boyunca insanlık tarihini etkileyen çok sayıda olay vardır. Zaman zaman hatırlar, zaman zaman da anımsamadan geçeriz. Hepsini hatırlamamız ve bu köşede anmamız mümkün değildir.
24 Temmuz’un basın tarihi açısından da önemi vardır çünkü bu gün, basında sansürün kaldırıldığı gün olarak bilinir.
Gerçi öğretmen okulları çoktan kapatıldı ve biz hala öğretmen okullarının açılış tarihini anarız ama bu da ayrı bir çelişkidir.
Türkiye resmi tarihinde 2. Abdülhamit’in 33 yıllık saltanatının sonunda tahttan indirildiği 1908 yılı, “2. Meşrutiyet” ya da “İttihatçı darbesi” olarak anılır. İlhamını 1789 Fransız Devrimi’nden alan, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” ilkelerinin yanına “adalet” beklentisini de ekleyen meşrutiyetçiler, 1923’teki cumhuriyetin ilanına da zemin hazırlamışlardır.
Miladi takvime göre 23 Temmuz 1908’de meşrutiyet, Manastır’da top atışlarıyla ilan edildi. Bu kalkışmanın karşısında çaresiz kalan 2. Abdülhamit, Kanun-i Esasi’yi yani anayasayı yeniden yürürlüğe sokmak zorunda kalarak yetkilerini meclise devretmiştir.
İşte bu 24 Temmuz’daki basın özgürlüğü de Abdülhamit rejiminin yıkılmasının ardından gelmiştir.
Bir de 20 Temmuz vardır. O da Kıbrıs’taki EOKA adlı Rum faşistlerinin adadaki Türk varlığı üstündeki baskı ve katliamlarına karşı askeri müdahaledir.
Türkler, tarih boyunca Yunanlarla çeşitli kereler karşı karşıya gelmişlerdir. Özetle bu karşı gelmeler, ‘egemenlik’ kurmak ve karşıdakini sindirmek amaçlıdır. Oysa her iki tarafın ırkçı/milliyetçi unsurlarının aksine barış içinde, birlikte yaşama arzusu içinde olan başka insanları da vardır.
Örneğin, Kurtuluş Savaşı yıllarında Türklerle savaşmayı reddeden sosyalist Yunan askerlerinin varlığını duymuşsunuzdur. Her ne kadar tartışmalı olsa da tarihçiler, İzmir’in işgali yıllarında, “Kardeşime kurşun sıkmam” dedikleri gerekçesi ile İnciraltı’nda 200 kadar sosyalist Yunan askerinin Yunan Krallığı tarafından kurşuna dizildiğini, kimi Yunan uçaklarından da içeriğinde ‘savaşa hayır’ gibi yazıların bulunduğu bildirilerin atıldığını yazarlar. Dünya tarihinde benzerine pek rastlanılmayan bu olayda silah altına alınan Yunan gençleri, savaşmak için Pire Limanı’ndan kalkan gemilerle İzmir’e getirilmiş, Anadolu’nun işgaline ve emperyalist paylaşıma karşı çıkarak savaşmak istemeyen askerler, Yunan askeri makamlarınca İnciraltı sahilinde kurşuna dizilmişlerdi. İddialar böyle. Vatanım Sensin dizisini izlediyseniz orada da bu konular işlenmişti.
Şimdi yazıyı bağlayalım:
Geçtiğimiz günlerde yazdığım bir yazıda Suriye’deki savaştan kaçan insanlara karşı merhametli olmamız gerektiğini ifade etmiştim. Gittikleri yerlerde uyumsuz davrananları ve suç işlemeye eğilimli Suriyeli vatandaşları ayrı tutarak mücadeleyi göze alamayan ve savaştan kaçan bu insanlara yardım etmemiz gerektiğini açıkça yazmıştım. Biz tarihte Araplarla da savaşmışız.
Şimdi de kimileri ‘ezeli’ düşman olarak görse de batı komşumuz Yunanistan’daki yangın, büyük bir insanlık dramıdır. En başta içindeki bitki varlığı ile hayvanlarla beraber düşündüğümüz doğanın zarar görmesi, doğrudan bize de zarar verecektir. Ayrıca açıklanan rakamlara göre 100’e yakın insanın yanarak hayatını kaybetmesi, büyük bir felakettir.
Doğal felaketlerin zamanı ve mekanı belli olmaz. Bugün komşuda, yarın bizde olabilir.
‘Ezeli’ düşmanlık içinde kim ne yaptı gibi bir muhasebe, tarihçilerle hukukçuların uzmanlık alanıdır. Hangi taraftan olursa olsun kim insanlığını unuttu ise ateşler içinde yansın.
Fakat, böyle bir felaketi ve acıyı insanlık adına ruhunda hissetmeyenler varsa onlar da biliniz ki bizden değildirler. “Ateşiniz bol olsun” diyenler, bana göre insan değil taştır.
Bu çerçevede hükümetimizin “yardıma hazırız” çağrıları, takdir edilmesi gereken bir davranıştır.
Yaşadığımız büyük deprem sonrasında “dayan komşu” diyerek bize destek çıkanlarla kardeşlik duyguları içinde olmalıyız.
Unutmayalım ki Çanakkale’de savaşmak zorunda kaldığımız ANZAK askerleri ve annelerine hitaben yazılmış mektupta “Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Siz, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır” diye seslenen büyük insan Atatürk’tür.
Bakmadan Geçme




