• Haberler
  • ihale
  • Bir bitki hastalığı ve sebep olduğu ölümler

Bir bitki hastalığı ve sebep olduğu ölümler

Bilinen en eski bitki hastalığı olarak kabul edilen ergot, tahıllarda özellikle de çavdarda gelişen bir mantardır....

Bilinen en eski bitki hastalığı olarak kabul edilen ergot, tahıllarda özellikle de çavdarda gelişen bir mantardır. Bilimsel adı “Claviceps purpurea” olan mantar, halk arasında “çavdar mahmuzu” olarak bilinir. Bu adı horoz mahmuzuna benzemesinden dolayı almıştır. İlk bakışta zararlı olduğu anlaşılamayan bu mantarın insanlar ve hayvanlar üzerinde çok ciddi etkileri vardır.

Tahıllarda görülen bu mantar, insanlık tarihinin çok eski dönemlerinden beri biliniyordu. Örneğin, M.Ö. 600 yıllarına tarihlenen bir Asur tabletinde tahıl tohumlarında zararlı oluşumlardan bahsedilmişti ancak 19. yüzyıla gelininceye kadar bunun zehirli olduğu ve büyük salgınlara neden olduğu anlaşılamamıştı. İnsanlar, ergot ile enfekte olmuş çavdarı öğütüp un haline getirdikten sonra ekmek yapmak için kullanıyorlardı. Bazen bira yapımında da kullanılan enfekte çavdarlardan yapılan her şey, ölümcül derecede tehlikeliydi.

Ergot, insanların çıldırmış gibi davranmasına sebep oluyordu. Halüsinasyonlara, vücutta yaralara, kas kramplarına, mide bulantısına, ishale, uykusuzluğa ve kasılmalara neden oluyordu. Kol ve bacaklardaki kan akışını kısıtladığı için uzuvlarda kararmalar görülüyor, buna yanma hissi eşlik ediyordu. Eğer tedavi edilmezse kangren nedeniyle hasta; parmaklarını, ellerini ya da ayaklarını kaybedebiliyordu. Uzuvlarda kararmalar görüldüğünden ve bazı semptomların da benzemesinden dolayı halk, bunu birçok ölüme sebep olan hıyarcıklı veba ile karıştırıyordu.

Ergotun başka kötü etkileri de vardı. Hastalıktan mustarip kadınların hamileliği, sıklıkla düşük vakalarıyla sonuçlanıyordu. Salgınlar sırasında doğumlar oldukça azaldı. Ayrıca ergot, emziren kadınlarda süt üretiminin durmasına neden oldu.

Ergotun içindeki kimyasal bileşiklerin insanlar ve hayvanlarda neden olduğu bu rahatsızlığa “ergotizm” adı verilir. Orta Çağ Avrupası’nda ise ergotizm, “kutsal ateş” ya da “Aziz Anthony ateşi” olarak adlandırılırdı. Kutsal ateş denmesinin sebebi, hastalığın insanların günahlarından dolayı Tanrı tarafından gönderilmiş bir ceza olduğuna inanılmasıydı. Aziz Anthony ise Mısır’da yaşamış Hıristiyan bir keşişti. Onun hakkında 20 yıl boyunca bir dağda inzivaya çekildiği ve burada şeytanın aklını çelmek için kendisine çeşitli görüntülerle saldırdığı, onunla savaştığı şeklindeki hikayeler anlatılırdı. Halüsinasyonlara sebep olan ergotizmle Aziz Anthony’e görünen şeytan arasında bağlantı kuruldu ve bu nedenle hastalığa Aziz Anthony ateşi dendi.

Ergot salgınları, özellikle Orta Çağ boyunca halkın başına bela olmuştu. Daha çok kırsal topluluklarda ve fakir insanlar arasında görülüyordu çünkü çavdar, genellikle ekonomik durumu iyi olmayan kesim tarafından üretilip tüketilmekteydi. Buğdaya göre soğuğa daha dayanıklıydı, üstelik daha ucuzdu.

Ergotizm, tüm Avrupa’yı eşit ölçüde etkilemedi. Örneğin çavdarın fazla tüketilmediği ve iklimin ergot gelişimi için uygun olmadığı İngiltere’de çok nadir görülürdü fakat serin ve nemli havaya sahip Orta Avrupa’da oldukça yaygındı ve bu bölgede çok fazla can aldı.

Önceden hastalığa neyin sebep olduğu bilinmediğinden hastaları tedavi etmek için inanç kullanılıyordu. 356 yılında Mısır’da ölen ve vasiyeti üzerine çöle gömülen Aziz Anthony’nin kalıntıları, 544 yılında İskenderiye’ye nakledilmişti. Serazenler 7. yüzyılda Mısır’ı fethedince kalıntılar, Konstantinopolis’e yani İstanbul’a transfer edildi. 1070 yılında ise kutsal emanet sayılan bu kalıntılar, Avrupa’ya gönderildi. Hastalığa Aziz Anthony ateşi dendiğinden hastalar, şifa bulmak için kalıntıları ziyaret etmeye başladılar. Kalıntıların bulunduğu kilisenin etrafındaki bağlarda yetişen üzümlerden imal edilen şarap da yine şifa için oldukça rağbet görmeye başladı. 11. yüzyılda genç bir Fransız asilzade ergotizmden, diğer bir adıyla Aziz Anthony ateşinden acı çekiyordu. Zamanla korkunç acılarından kurtulup iyileşince yenilenen sağlığını azizin kalıntılarına bağladı. Bu olay, halk arasında yayıldı ve hastalığın Aziz Anthony ile olan ilişkisini daha da güçlendirdi. Böylece azizin kalıntıları daha da önem kazandı.

Görüldüğü gibi inanç, o dönemde çok etkiliydi ve hastalığın tedavisi için de keşişler ön ayak oluyordu. Keşişler tarafından 15. yüzyılın sonunda Aziz Anthony ateşinin salgınlarını tedavi etmek için Avrupa genelinde yaklaşık 370 hastane hizmete sokuldu. Bu iyi donanımlı hastaneler, belli bir oranda hastalığı tedavi etmede başarılı oldular çünkü buralarda hastalara kaliteli gıdalar verilmeye çalışılıyordu ve böylece hastalar enfekte olmuş çavdarla değil, buğday ve diğer gıdalarla yapılmış ürünler tüketiyordu.

İnsanlar, 19. yüzyılın sonunda ergotu sahip olduğu kimyasal bileşikler nedeniyle tedavi edici bir madde olarak kabul ettiler ve ergot mantarı bu amaçla kullanılmaya başlandı çünkü düşüğe sebep olabiliyor, rahim kanamalarını önleyebiliyor, doğumu hızlandırabiliyordu. Ergotun tedavi amacıyla kullanımı fiyatını arttırdı. Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemde fiyatı, çavdarın 20 katıydı.

Velhasıl dikkat edilerek ve belirli dozlarda şifa olarak kullanılabilecek olan ergot mantarı yüzünden geçmişte binlerce insan; hayatını, bebeklerini ya da çeşitli uzuvlarını kaybetti. Ergotizmin nedeni bilindikten sonra bile ergotun fazla olduğu yıllarda birçok yoksul insan, alternatif gıda kaynaklarına sahip olmadığından enfekte çavdarlarla beslenmek zorunda kaldı. 1800’lü yıllarda bazı yerlerde buğdayın bazı yerlerde de patatesin temel gıda olarak benimsenmesiyle çavdar üretimi ve dolayısıyla ergot azaldı. Böylece çoğu muhtemel salgın önlenmiş oldu ancak ergotizm tamamen kaybolmadı. 1926’da Sovyetler Birliği’nde yaklaşık 12.000 kişi enfekte oldu ve 1976’da Hindistan’da, 1978’de ise Etiyopya’da olmak üzere 20. yüzyılın sonlarında da ergotizm salgınları görülmeye devam etti.

Bakmadan Geçme