“Her gün ekmek derdinde”

Emeğin, ekmeğin hamalları için… Alpay'ın ‘Fabrika Kızı’ şarkısını dinleyip emekçileri, işçileri düşünüp de kahırlanmayan yoktur sanırım....

Emeğin, ekmeğin hamalları için…

Alpay’ın ‘Fabrika Kızı’ şarkısını dinleyip emekçileri, işçileri düşünüp de kahırlanmayan yoktur sanırım. Hayallerine, umutlarına sıkı sıkı sarılmaktan başka bir zenginliği olmayan emekçi bir genç kızın dramı, aslında tüm işçilerin de trajedisidir. “Sadece işçilerin mi?” diyen dostlar haklısınız, bir işçi emeklisinin kızı olarak ben de sizin gibi düşünmekteyim.

İşçilerin halinden anlamak, dertleriyle dertlenmek için illa ki işçi olmaya da gerek olmadığını yakinen tüm peygamberlerin hayatından biliyoruz. En büyük devrimci ve işçiler peygamberlerdir; yeri gelmişken sevgili okurlarımız hatırlatmak istedim.

Eğer bir ülkede iki lira için gecesini gündüzüne katmış bir emekçi sınıfı varsa onların dertleriyle dertlenmek de boynumuza borçtur.

Uzun yıllardan beri işçi kardeşlerimiz için kafa yoran, kalem oynatan bir yazarınız olarak burada Kamil Sever’in çırpınışlarını anmadan geçemem.

“Bana ne? Boş ver sen de. İşin mi yok yahu!” demeden başkaları için çırpınan güzel yürekli hocamızın Ödemiş Ticaret Odası’nda tertip edilen konferansta konuşmalarını dinlemiştim. Orada daha ziyade inşaat işçileri üzerinde konuşulmuştu ama hepimizin aynı duyarlılıkla tüm işçilerimizin çalışma koşullarını, güvenliklerini dert ettiğimiz ortada…

Birkaç gün önce yine işçi ölümleri ile sarsıldık. Her defasında “Umarız artık son olur” desek de ne acıdır ki ülkemizde işçi ölümleri ciddiyetini koruyor.

Elbette ki hatalı, tek bir kişi ya da kurum değil ancak yeterli anlamda işçinin hayatına işçinin kendisi bile ehemmiyet vermez olmuş.

Bu konuda ilgili kişiler ile sohbetlerimiz oluyor. Bu yazıyı kaleme almadan birkaç gün önce yine bu konuda bir sohbet ortamındaydım.

Bazıları umut ile umutsuzluk, yaşamak ile ölmek arasında gelgitlerde… Bu gelgitler, öylesine sarsıcı ki gerekli tedbirler kolayca hiçe sayılabiliyor.

‘İşçisin sen işçi kal’ şarkısı da dillere pelesenk olmuş durumda. Gelecek hayalleri , umutları sanki bir kaos tufanına dönüşmüş.

“Evet, işçiyim ama haklarımı bileceğim”, “İşçiyim doğru ama can güvenliğimi önce kendim koruyacağım”, “Kadere inanıyorum lakin kaderci değilim” görüşü, yaşam ilkesi olarak benimsenirse ne ala. Yoksa düşünmesi bile acı!

Her gün ekmek derdinde, her gün yaşamla pençeleşmekte olan işçi kardeşlerimizden birkaçını daha geçen gün kaybettik. Şu yazıyı yazdığım sırada da yine bir işçinin iş esnasında makinenin altında kalarak vefat ettiğini öğrenmiş bulunuyorum. Allah, elbette rahmet eyler ama biz kendimizin de birbirimizin de daha fazla kurdu olmayalım, bu kadar acı yetmedi mi?

Kalpten kalbe yollar inşa etmeye çabalıyoruz, birkaç dakikalığına da olsa gönül gönüle birlikteyiz. İstiyorum ki yazıyı okuduktan sonra iç dünyanızda dem alması yani hayat bulması; peki ne olacak?

Gidip işçi kardeşlere nasihatler mi vereceksiniz? Elbette o da olur lakin öncelik, olaya bakış açınızdaki duyarlılığı, farkındalığı sağlayabilmektir. Birbirimize karşı duyarlı olalım.

Ben, elimden geldiğince inşaat işçisi ya da tarım işçisi hangisini görürsem, karşılaşırsam sohbet etmeye çalışıyorum. Bulunduğum yerde inşaat işçileri, bu yazın sıcağında çalışıyorlar. Arada gidip su ikram ediyorum. Onlarla konuşuyorum. “Neden başında kaskın yok?” ya da “Neden sigortasız çalışıyorsun?” diye kendilerine değer vermelerini hatırlatıyorum. Memnun oluyorlar da, “Alışkanlık” ya da “Ekmek parası be ablacığım” diyorlar. Eşleri var mı diye öğreniyorum, kiminin var kiminin yok ama herkes gibi onların da çıkarsız, kalbi sevgiye ihtiyacı var. “Git kazan da para getir de; nasıl getirirsen getir” muhabbetiyle evde karşılayan, eli maşalı hatunu olan bile mevcut! Eh, “Dert söyletir, aşk ağlatır; parasızlık canını bile hiçe saydırır” der büyüklerimiz. Yine de her ne yaşarsak yaşayalım hayatımızı da bozuk para misali harcamayalım. Canımız da emanet, değil mi?

Hatırıma toplumunun derdiyle hemdert olan, kalemini bu uğurda hizmet için kullanan Osmanlı’nın son dönem gazeteci yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ‘Evlere Şenlik Kaynanam Nasıl Kudurdu?’ romanı geliyor. “Aaa! Ne alaka ya?” diyenleriniz olabilir. Keyifli bir roman. Böylesi derin düşüncelerde çırpınırken bu roman hepimize iyi gelecek. Okuyun ama anlaştık mı?

Bakmadan Geçme