Hayatın anlamsızlığına dair

”Hayatın anlamsızlığı, insanı kendi anlamlarını yaratmaya zorlar.” Stanley Kubrick İnsan, yaşadığı sürece içinde kaybolduğu hayatı bilgi...

”Hayatın anlamsızlığı,

insanı kendi anlamlarını yaratmaya zorlar.”

Stanley Kubrick

İnsan, yaşadığı sürece içinde kaybolduğu hayatı bilgi ve kültürüyle tanımaya, anlamaya çalışır. Bu çabayla ne çok kitap okur, ne çok seyahate çıkar, gezdiği yerlerde gözlemlerde bulunur. Deneylerle yeni yollara çıktığını sanır. Küçük bir insan topluluğundan milyarlarca her renk ve türden insan ve canlı türünün yaşadığı yeryüzünde öyle bir gerçek var ki henüz aksini iddia edene rastlamadım. O da: Hayat boşluk tanımaz!

Yapılan araştırmalar, gerek uzayda gerek yeryüzünde boşluk olmadığı yönündedir. Benim sözünü açmaya çalıştığımsa insan ilişkilerinde boşluk olup olmadığıdır. Bunun sanata yansıması nasıldır, düşünmeye değer sanırım.

Sanatın her dalı hayatın anlamsızlığına bir başkaldırıdır.

İnsanı cennetten kovarak yeryüzüne taşıyan dinsel metinlerde sözü edilen yasak elmadır sanatı insanın yüreğine salan güç. Buna göre Kuran’da sözü edilen kutsal meyve ne incir ne zeytin; insanı insan yapan ve onu yeryüzüne armağan eden elmadır! “Eğer bu elma olmasaydı ne olurdu?” sorusunu sormanın gereği de yok. İnsan, mağara resimlerinden insanlığın en büyük ayıbının resmedildiği Guernica’ya yeni anlamlar yaratma adına yolculuklar yapagelmiştir. Bu büyük yolculuk, büyük kara deliğin yeryüzünü yani insanı yok edeceği güne kadar sürecektir.

Hayat nasıl anlamsızlaşır?

Birçok neden sıralanabilir, aklıma ilk gelenler:

Üretememek,

İçe kapanmak,

Her şeyi kara görmek,

Kıskanmak,

Sevgisizlik,

Korku,

Okumamak,

Yolculuk yapmamak,

Sabırsızlık.

Oysa Namık İsmail’in bir resmindeki gibi harman yerinde susuzluğunu su testisini başına dikerek gideren adam, hayatına değer ve anlam katan işinden ötürü su içerken bile mutluluk gülümsüyor.

harman_namık ismail.jpg

Anlamsızlığa yol açan etkenleri anlatma yerine S. Kubrick’in dediği gibi insanı kendi anlamlarını yaratmaya zorlayanları düşünerek yola devam etmeli. Olumsuzluğun yerine olumluyu düşünelim. Kazancımız daha çok olur böylece.

Çok bilimsel olmaya ya da bir takım deney sonuçlarıyla konuyu irdelemeye ne gerek var? Gündelik yaşam içinde hiç fark edemediğimiz öyle olaylar var ki, fark edildiğinde ancak onu yazma, resmetme ya da fotoğraflama gereği duyarız. Bunu yaparken de fark ettiğimiz anın tadını çıkarmaya çalışırız. Çünkü yaşadığımız her dakika, kendimiz için yeni anlam katmanları yaratmak demektir.

Çalışmak, üretmektir. Bu ister bir bakırcı ustasının tan tanları, ister bir hamalın yükünü taşıması ister bir müzisyenin yeni bir beste için piyano tuşlarını hırsla bastırması olsun. Elbette burada gündelik hayatın getirdiği iş, aş, ekmek kavgasıyla yapılan üretim olsun gerek üstyapı denen sanatsal çabalar olsun. Bence yapılan her iş kutsaldır, bir değerdir, hayata kattığımız anlamdır.

Sevmek de bir emek ki, bunun üzerine ne şiirler ne öyküler ve ne romanlar yazıldı, yazılıyor ve yazılacak. Ya sevgisizlik girdabına kapılırsa insan; ya yanar, ya derin kuyulara atar kendini. Mecnun gibi ya çöle, Ferhat gibi dağı delmeye yönelir. Sevmek de bir başkasında kendine yeni bir anlam katmanı yaratmaktan başka nedir ki? Bu, sanıldığı kadar kolay olmadığını aşk romanlarını yazanlara sormalı. Gustav Flaubert’e Madam Bovary kim? diye sorduklarında, “Ben” diye yanıtlar. Bu yanıt, çok derin bir anlam katmanını içinde barındırır. Yazar yarattığı Madam Bovary karakteriyle kim bilir ne kadar süre yaşadı. Kendi reel yaşamından çok öte bir anlam katmanı yaratmanın derdiyle kaç gece uykusuz kaldı, uykusundan kaç kez Madam diyerek uyandı!

Sanat yolculuğunu dikenli, taşlı hatta bir bataklık olduğunu söylersem abartmış olmam. Kendimce bu yola düştüğümdeki hayallerimle yıllar sonra bugün ulaştığım hedefler arasında dağlar var. Ya yeni hayallerim? Onların tükendiği gün, yazmayı bıraktığım gündür.

Bir de şu var; karamsarlığa yer yoktur sanat hayatında. Hep bir umut çekirdeği yeni topraklara dikilmek üzere yürekte çoğaltılır durur. O çekirdek yoksa nasıl yazılır, nasıl resmedilir, nasıl mermer yontulur ki!

Siz otostop yaptınız mı hiç? Ben gençliğimde çokça denedim. El kaldırdığımda durmayan araç sürücülerine hiç küsmedim, hiç beddua etmedim. Biliyordum ki, “Ben bu yolda yalnız değilim, beni aracına alacak kişi henüz bana ulaşmadı” diyerek es geçeni uğurluyordum. Bunu hayatın her alanına uygulayabiliriz. Kaybedeceğimiz yoktur. Sanat yolculuğunda da klavyeden ekrana yansıyan her sözcük ardılını tetikler. Ancak henüz istediğiniz hedefe ulaşmamışsınızdır. Aramayı sürdüreceğiz ki, sonunda Yahya Kemal’in 15 yıl sonra bulduğu sözcüğü yakalayabilelim. Eğer hayatınızı anlamsızlaştırmak istiyorsanız, her ne iş yaparsanız yapın, acele edin, sabırsız olun. Yok, hayatın anlamsızlığına karşı savaşmaya kararlıysanız, Don Kişotvari yel değirmenlerine karşı kılıç sallayın derim. Benim yaptığım da bu işte…

Bakmadan Geçme