Hayata nasıl dokunabiliriz?
İnsanda ağız tadı kalmayınca ya da tat duygusu köreliyorsa pek çok şeyden kolayca uzaklaşabiliyor. Bu iki...
İnsanda ağız tadı kalmayınca ya da tat duygusu köreliyorsa pek çok şeyden kolayca uzaklaşabiliyor. Bu iki durumdan ilkinde toplumsal olaylar göz önüne alınır; iştah kesilmesiyle başlayan isteksizlik, insanı kendi kabuğuna çekilmeye zorlar.
Tat duygusunun körelmesiyse tıbbi bir rahatsızlığının belirtileri arasında önemli bir yer tutar. Ya her ikisini birden yaşıyorsa insan ne yapmalı?
Zor bir soru olduğunu biliyor ve her ikisini de yaşayan biri olarak nasıl aşmam gerektiğini yine kendim bulmaya çalışıyorum.
Hayat, bizi içinden çıkılmaz büyük bir çemberle sarıp sarmalamışken sağımızda solumuzda bazen ışık hızıyla gelip geçen bazen de “İşte geldim” dercesine karşımıza dikilen sorunlarla baş etmeyi ne okul ne aile ne çevre öğretiyor. Her şey, kendimizle başlayıp bitecek. Bir nefes, bir ses tükenir elbet bir gün; o günü düşünmeden bugün ne yapabildiğimize odaklandığımızda o tatsızlıkları damağımızdan, dilimizden söküp atabiliriz. Buna “Anı yaşa” diyorlar. Uzun erimli planları gençliğimde çok yaptım ve mesleğimde geçen 27 yıla öyle nokta koyabildim. Gün geldi, adına emekli dediğimiz kokart boynumuza asıldı. Ancak bu süreç, ülkemizde doğru yürümüyor nedense.
Konuya içerden ve dışarıdan baktığımızda yanlış ve doğruları da görebiliyoruz.
Almanya’da emeklilik yaşı, şimdilerde erkeklerde 67, kadınlarda 65’tir. Bunun en temel nedeni, emekli nüfusu besleyecek genç nüfusun arkadan gelmeyişi ve yaşam standartlarının yüksekliği nedeniyle ortalama ömrün hayli yüksek oluşudur. Bizim ülkemizdeyse bunun tam tersi genç nüfus hızla arttığı halde emeklilik yaşının yüksekliği yüzünden genç nüfusa iş olanakları azalmakta, bu da toplumsal huzursuzluğun önemli etkenlerinden biri olmaktadır.
Benim gibi genç yaşta emeklilik hakkı elde edenlerin durumuysa hiç de iç açıcı değildir. Çalışırken kendine bir hobi edinmemiş pek çok emekli, günlerini kahvehane köşelerinde boş işlerle öldürüyor. Bu da emekliye bakışı olumsuz yönde etkilemektedir. Bu konuda örneği yine Almanya’dan verirsem yerel belediyeler, uygun alanlarda hobi bahçeleri yaparak emeklilerin burada ekip biçmelerine, üretmelerine olanak sağlıyor. Buna uygun örneklerin ülkemizin bazı kentlerinde de yapıldığını duydum.
Devlet memurluğu ile özel sektör çalışanı olarak 20 yaşından bu yana sürekli çalıştım. Bundan önce de ailemden aldığım terbiye ile esnaflıkta usta-kalfa-çırak ilişkilerinin nasıl yürüdüğünü bizzat yaşayarak öğrendim. Öğretmenliğe başladığımdan itibaren hiç yaz tatili nedir bilmedim. Evlendikten sonra eşimle sürekli ürettik, paylaştık, eve biraz daha fazla ne getirebiliriz diye düşündük.
Bugüne değin yaptığım işleri anlattığım bir yazımı bilgisayarda yitirdim. O yazıma hep hayıflanır dururum. İnsan, hayat ağacının her dalına dokunamasa da ulaşabildiği yerden meyvesini almayı bilmeli. Biz de öyle yaptık. Ödemiş’e ilk geldiğimizin yaz tatilinde Bağkur inşaatında eğri çivileri doğrultma işi yaparak para kazandım. Müteahhidim, çalışmamı beğenmiş olacak ki beni soğuk demirciliğe terfi ettirdi!
Yaylada tarla icarlayıp patates ekip biçtik. Ödemiş’te trafik takipçiliği, hayat sigortası, ciltçilik, Ödemiş pazarında manavlık, gazete kağıdından kese kâğıdı imalatı gibi ilginç işlere de bulaştım. Bunları yaparken hiç gocunmadım, utanmadım, mesleğime de halel getirmedim. Her ne yaptıysam çocukluğumdan gelen çalışma alışkanlığı ve inançla bugünlere gelebildim. Asıl söylemek istediğimse yine ortaokul çağlarımda ortaya çıkan yazma isteği ve kitlelere ulaşma çabamın bir sonucu olarak 72. sayısını yayımlama mutluluğuna eriştiğim Tmolos Edebiyat ile çilekeş edebiyat dünyasında haklı bir yer edindim. Böylece Ödemiş’i, Tmolos adıyla da yüce Bozdağları dünyaya tanıtma olanağına kavuştum.
Gençlere söylediğim gibi ben, hayallerimden hiç vazgeçmedim. İnandığım işin peşinden koştum ve gün geldiğinde o hayali avucumda buldum. Siz de eğer hayata dokunmak ve bir anlam katmak istiyorsanız hayallerinizden asla vazgeçmeyin!
Bakmadan Geçme





