Hayal ülkesi

An gelir, Faust gibi, 'Ne görüyorum?' diye sorarken kendine, 'Bu büyülü aynada ne kutsal bir hayal...

An gelir, Faust gibi, “Ne görüyorum?” diye sorarken kendine,

“Bu büyülü aynada ne kutsal bir hayal görüyorum!

Ey aşk, bana kanatlarının en hızlısını ver ve beni onun bulunduğu ülkeye götür!”

diyerek umutla beklersin her gece beyazcamda.

Ve oradan geçen her gölgenin bir öncekinin gölgesi olduğunu anımsamak istemezsin.

Çünkü sen yeni düşler, yeni yüzler ararken çoğunca umarsız bir durum bu; yolun sonu değilse bile çok iniş çıkışlı bir serüvene atıldığını geç de olsa anlarsın.

Anladığın anı not etmelisin ki yinelediğinde dönüp bakmaya zamanın kalsın.

Yerini çoktan unuttuğun bir kentte eskinin bıraktığı izlerin peşine düşme!

Şu geçtiğin Taşköprü’den senden önce kimler geçmedi ki sen geçesin!

Oradan her geçen bir sonrakinin habercisi, izleyeni hatta tetikçisi değilse abdallık niye olsun?

Tapduk Emre’ye kırk yıl odun taşıyan Yunus da Faust gibi aşk ülkesinin iflah olmaz yolcusu değil miydi?

Hem anlat bana; her vazgeçişin geride bıraktığı izlerde yeniden nasıl yürüneceğini anlat!

Anlat ki anlatabileyim kendi yüreğime, o söz dinlemez, hırçın ve öfkeli yüreğime.

An gelir, uzak gitmelere gidersin, günah çulu sırtında bensiz ve sessiz.

Çölü geç!

Vahayı içinde ara…

Yağmurda ilk damlanın peşini bırakma!

Nasılsa yakalanacaksın bir gün o hiç tanımadığın yeryüzünde.

Vazgeçme!

Yanına en sevdiğin bir ağacın tohumunu al.

Hayat gemisinin palamarlarını çöz!

Yelkenlerini şişir o düş ülkesine doğru.

Martı Jonathan, nasıl özgür kanatlarıyla uçuyorsa seni de günün birinde özgürlük savaşçısı yapacak bir aşkın kanatlarının uçuracağını unutma!

Bulduğunu sandığın ülkeye ne pahasına olursa olsun vardığında beklediğin oysa eğer; yanında taşıdığın hayal aynana bak, ne göreceksin?

Kendinden başka…

Hayat bu; şaşırttığın kadar şaşıracaksın, asla unutma!

Bakmadan Geçme