HANGİ UYGARLIK?

Kendi anlatımından söylersek, Paris’te Halide Edip Adıvar’la tanışan, aşağı yukarı 13 yıl onun fahri katipliğini yapan...

Kendi anlatımından söylersek, Paris’te Halide Edip Adıvar’la tanışan, aşağı yukarı 13 yıl onun fahri katipliğini yapan usta denemeci Vedat Günyol, “Halka Güvensizliğin Nedenleri Üstüne” adlı denemesinde, Halide Edip’in kendisine anlattığı bir anıyı aktarır: “Büyük romancı, bir gün bir İngiliz profesöre Hasanpaşa Medresesi’ni gezdiriyormuş. Medresenin saçakları altında oyulmuş, etrafı kabartma bir takım küçük delikler profesörün dikkatini çekmiş. “Bunlar nedir?” diye soran profesöre Halide Edip, “Bunlar ufak kuşlara mahsustur, gerek yuva yapmaları gerekse büyük kuşlardan korunmaları için” diye karşılık vermiş. Profesör, büyük bir hayranlık içinde, “Ne müthiş bir medeniyet, hayvanları bile düşünmüş” demekten kendini alamamış. Halide Edip susmuş ve içinden şunları geçirmiş, “Evet ama insanları değil.” (*) Zaman zaman yurtdışı deneyimlerimi çevremle paylaşıyorum. Bunu yaparken içimden “Acaba bu anlattıklarımdan sonra hakkımda ne düşünüyorlar?” desem de merak duygumun bir süre sonra köreldiğini, beni dinleyenlerin bakışlarında görüyorum. Halide Edip’in anlattıkları bana, “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş” deyimini anımsattı. Yurtdışında beş yıl içinde yaşadıklarımı anlatmaya kalksam hayli kabarık bir dosya çıkardı ortaya. Ancak en son söylenecek sözü en başta belirteyim, sonrası da gelebilsin peşi sıra. Almanya ve gezdiğim diğer Avrupa ülkelerinde yapılan her hizmet, önce insan ve ardı sıra canlı hayatı içinde barındıran doğa düşünülerek gerçekleştirilmiş, gerçekleştirilmekte. Ülkeyi yöneten erk, demokrasinin gereği halktan aldığı oyla göreve gelir ve halka verdiği sözleri yerine getirmek zorunda hisseder. En başta da hangi konuda olursa olsun kişinin beyanını aksi ortaya çıkıncaya değin doğru kabul eder. Bir kış sabahı arabamla okula gidiyordum. Yol tamamen karla kaplı ve köy yolu olması nedeniyle iki araç ancak dikkatlice geçebilirdi. Karşıdan gelen aracın hızı ise tehlikeye davetiye çıkartacak düzeydeydi. İçimden “Hayırlısı” dedim, dememe kalmadan sol dikiz aynam kendini yerde buldu. Çarpan araç durmadı ben de yola o şekilde devam ettim. İlk işim okul müdürüne yaşadığımı anlatmak oldu. Okul müdürüm, hemen okul sigortamla ilgili işlemi başlattı ve yeni, orijinal ayna arabama takıldı. Bir başka örneği yine Almanya’dan vereyim: Okulda işe başladığımın henüz üçüncü günü. Okul müdürü çağırdı. Gittim. Elinde iki anahtar vardı. Bana uzatarak, “Bu anahtarlar sizin” dedi. Biri kendi sınıfıma ait diğeri ise okulun ana kapısını, öğretmenler odası, fotokopi odası ve spor salonunu açan “general schlüssel” adını verdikleri bilgisayarda işlenmiş bir genel anahtardı. Bu anahtarlar için de özel sigorta yapıldığını sonra öğrendim. Ama itiraf edeyim, beş yıl boyunca kullandığım o anahtarları sigortalatmadan kullandım. O anahtarların öğretmene verilmesindeki temel amaç, kurum olarak çalışanına olan güven kadar öğretmenin okulun olanaklarından 7/24 yararlanabilmesiydi. Kendi ülkemde 15 yıl okul ve kurum müdürlüğü yaptım. Bina anahtarlarımızı hiçbir öğretmene vermedik. Hizmetliye emanet ettiğimiz binayı öğretmene emanet etmeyi çok gördük. Ne denli aşağılayıcı bir durum değil mi? Turgut Özal, göreve geldiği ilk dönemde bankalara verdiği talimat, “Yurttaşın beyanına bakarak kredi verin” biçimindeydi. Uygulamada görüldü ki, halkımız önce kendine güvenmiyor! Birçok abartılı yalan beyanlarla banka kasaları boşaltılmaya, hayali ihracatlarla var olmayan dolarla üçkâğıtçıların kasasını doldurmaya başlayınca ‘beyan esası’ bir daha inmemek üzere rafa kaldırıldı. Oysa bu ülke, Atatürk’ün halkına duyduğu derin güvenle kuruldu. “Türk öğün, çalış, güven!” sözü de onun Türk halkına duyduğu güvenin en açık bir ifadesidir. Bu özlü öğüdün biz yalnızca boş öğünmesini aldık, çalışmadan kazanmanın yanı sıra, güveni de Tanrı’ya havale ederek işin içinden sıyrılıverdik. Doğup büyüdüğüm kasabada baharın gelişini bize leyleklerin taktakları haber verirdi. Şimdi o leylekleri ara ki bulasın. Yaralı leylekler için vakıflar kuran insanlar, minik kuşlara yuva düşünen ustalar gitti, yerine dev plazalar yapan, doymak bilmez, iktidara yaslanarak halkına küfreden yapsatçılar geldi. Artık her şey ne insan için ne diğer canlılar için yapılıyor; yalnızca gelsin yeşil dolarlar, yakılsın ormanlar! İnsana zararlı ne varsa, gıdaymış, havaymış, toprakmış, suymuş aldırmaksızın geliyor birer birer üstümüze. Çok bilmek insanı yoruyor. Ve geldiğimiz bu noktada: Biz hangi uygarlığın yorgun savaşçılarıyız; kendimizi nasıl yok sayar olduk, insan kendine sormadan edemiyor…

(*) Vedat Günyol, Yeni Türkiye Ardında, s. 23-24, Çan Yayınları, 1966.

NOT: Yazım, Tmolos Edebiyat dergisinin Haziran 63. sayısında yayımlanmıştır.

Bakmadan Geçme