Güzellikleri Övmek

Yerme ve övme. Birbirine kardeş iki eylemdir bunlar. Gül ve diken. Ahlat ve armut. Gül ve...

Yerme ve övme.

Birbirine kardeş iki eylemdir bunlar. Gül ve diken. Ahlat ve armut. Gül ve nesrin gibi.

Biri artı bir uç, diğeri ise eksi uç. Biri hoşa giden, insanı ısıtan; diğeri, soğutan ve uzaklaştıran iki eylem.

İnsan elbette bu iki ucun ortasını da tutabilir. Artıyı da eksiyi de seçebilir. Hatta iki elini birden kullanırsa pek çok noktaya da değebilir.

Yağmurlu bir günün ardından gelen bir cumartesi. Havada hafif bir serinlik. Bir Temmuz gününde daha fazlasını da ummamak gerekir zaten.

Yer yer su birikintileri dünkü yağmurdan kalan. Çamur haline gelmiş kaldırım kenarları.

Şehir yaşamında çamura basmak, ne kadar da lüks bir eylem.

İnsanlar, sanki bire on verirmiş gibi her mevsim ayrı bir güzelliği getirirmiş gibi betona sığınıyorken.

Her yer taşla, betonla dolu. Bir yağmur yağdığında kaç kişi yağmurdan sonraki toprak kokusunu duyar buralarda, o kokuyu içine çeker merak etmişimdir.

Şöyle bir araştırsanız pek çok insan toprak, köy kökenlidir. Bir zaman mutlaka tarlada, bağda, bahçede çalışmıştır. Bir avuç tohumu toprağa serpmişliği, bir çapayla bir fidanın dibini havalandırmışlığı vardır.

Buna rağmen insanların büyük bir yangından, afetten kaçar gibi topraktan uzaklaşmalarını anlayabilmek mümkün mü? Elbette ki anlayan vardır. Ancak ben anladığımı söyleyemeyeceğim.

İnsanların daha çok toprağa sahip çıkmaları ve zarar vermekten kaçınmaları gerekiyor.

Ne diyordum.

Güzel bir cumartesi sabahı. İşlerin beklendiği gibi gitmemesi ya da evdeki bir eşyadaki küçük bir arıza yollara düşürebiliyor insanı. Benim de böyle bir günüm. Gerçi eşyadaki arızaya çok üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Bazı arızalar, inanın yaşamına olumlu şeyler katıyor. Arızayı tamir ettirmek için kılımı kıpırdatmamış olmam sanırım bunun en net göstergelerinden biridir.

Yol boyunca yürüyorum. Biraz da sağlıklı ayaklara sahip olmanın tadını çıkarmak da denilebilir buna.

Yol kenarındaki çalılar, ağaçlar yağmurda yıkanmış arınmışlar.

Bütün bunları diken elleri kutsuyor bir yanım. “Ne güzel şey” diyorum kendi kendime. Yaşadığın şehirde senin gibi düşünen insanların var olması. Bir fidan, bir fide dikecek yüreklerinin ve vakitlerinin olması.

Tabi bu düşünce, öyle uzun boylu yerleşip kalmıyor kafamda. İki ucu üstünkörü bağlanarak atılmış bir çöpe takılıyor gözüm. Ardından başka bir atığa. Sonra bir başkasına. Bir güzelliği görüp hemen ardından bir olumsuzluğa geçmek geriyor insanı. Başımı yerdeki çöplerden ayırıp uzaklara bakıyorum. Çok uzaklara.

Çam ağaçları, sıra sıra Ahrandı Tepesi’nde. Her yer yemyeşil.

Aklıma ne mi geliyor? Çamların altının, ötesinin berisinin cam kırıklarıyla, çöplerle dolu olduğu. Uzaktan belki görmek mümkün değil belki ama biraz yakınlaşınca bütün çıplaklığı ile gözümüzün önünde her şey.

Bir kentte yaşayan insanların uygarlık ölçüsüdür çevre.

Kirletmek, yakıp yıkıp viraneye çevirmek, barbarlık ve gelişmemişliktir.

Bir şiirle bitirelim.

gözlerim mavide kalakalmışım

serseri bir çocuk edasıyla

bırakmışım

bütün balonlarımı

gökyüzüne

uçmuşlar

uçmuşlar

gözlerim

mavide

kalakalmışım…

dönmemiş

hiçbiri

yıkmışım

kaşlarımı

umursamadan

avuçlarıma dolan yıldızları…

ağlamışım

hıçkırarak…

rastgele,

demişim

yakamozlara değen

balıklara

martılar

aldırmamış

dipteki incilere

gece

çekerken

kurşuni örtüsünü

yeryüzünden

kurşunlara gelmişim…

bir peri

günün ilk ışıklarıyla

eğilmiş

suya

su

ışıl ışıl

dupduru

ve

alabildiğince soğuk

günü yarmış

orta yerinden…

parmaklarımı açıp

bulamışım

ellerimi bütün renklere

ondandır belki

kuru dalların

al al

beyaz beyaz

rengarenk

çiçeğe

yaprağa

duruşu…

serseri bir çocuk edasıyla

bırakmışım

bütün balonlarımı

gökyüzüne

uçmuşlar

uçmuşlar

gözlerim

mavide

kalakalmışım…

Sevgi, dostluk ve umutla.

Bakmadan Geçme