Güzel adamlar

“Canlıların içinde en aciz olanıdır insan” diyor bir dost. Bir dostu pek çoğumuz anımsar eski Türk...

“Canlıların içinde en aciz olanıdır insan” diyor bir dost.

Bir dostu pek çoğumuz anımsar eski Türk filmlerinden. İsimsiz bir mektuba düşülen bir imzadır genellikle. Birbirini seven, anlayan, yürekten bağlı insanlara yanaşır. Onların ilişkilerine şüphe tohumları eker ve hazırlanan sıradan, basit bir kumpasla istediği gibi sonuçlanır her şey.

Kötü yürekli, sevimsiz kişi geçici bir süre için amacına ulaşmıştır. Elbette ki filmin sonunda iyiler kötülere galip gelecek, özlemler bitecek, haklı olana hakkı teslim edilecektir.

Kurgusal eserlerde genellikle böyledir bu. Sanatçının özünde barındırdığı iyilik ve güzellik, böylelikle eserinde karşılık bulmuş olur.

Gerçek yaşamda ise durum böyle değildir. Her birimiz, tertemiz ve masum dünyaya gelir ancak hiçbirimizin güzellik, iyilik üretmeye dair bir sanatçı kadar sevdalı olduğu söylenebilir mi? Özdeki güzelliği su yüzüne çıkartma çabası güzel bir dünya hayali, kurgusal eserlerdeki kötü insanların bile doğru yolu, güzelliği bulmalarına yol açar.

Yukarıdaki sözün sahibi, sevgili dostum Hatice Eğilmez Kaya. Onu bazılarınız Naneli Şeker adlı tanıtım yazımdan anımsayacaksınız. Belki bazılarınız da yazdığı öykülerden, şiirlerden yahut ilahilerden.

Her yaşam bir kurgudur aslında. Belirli bir süre içerisinde yaşadığımız düşünülürse. Başı, sonu ve ortası belli. Kahramanları, yeri, zamanı. Annemiz, babamız, kardeşlerimiz, tanıdıklarımız, dostlarımız, tanıdıklarımız. Zaman zaman yeni kişiler katılır bu oyuna. Bazıları da veda bile etmeden çıkıp gider oyundan.

Çocuk oyunlarını anımsayınız. Geçmişin ülkesinde ip atladığınız zamanları, taş kaydırdığınız, saklambaç oynadığınız zamanları. Her oyun bitiminde söylenen bir tekerleme vardır.

“Çanak çömlek patladı.”

Bu tekerlemeyle oyunun bittiği her oyuncuya ilan edilir. Bu yönüyle düşünüldüğünde bir sanatçının ruhuna en yakın ruh çocuk ruhudur. Onun ruhu, henüz kötü ve çıkarcı düşüncelerle örselenip törpülenmemiştir. İyi ve güzel tarafları budanmamıştır.

Bir şiir yazmak, her kişinin işi değildir. Bir tablo üretmek, bir beste yapmak. Bir yontu oluşturmak da öyle. Sanatçı; toplumun önünde giden, toplumu aydınlatan farklı insandır. Sanat, bir toplumun hafızasıdır. Bu farklılık, onların özünden gelir. Toplumun değerleri ile beslenen sanatçı bunları olduğu gibi değil, özümseyerek alandır. Toplumsal yanlışlar, bu nedenle sanat eserine yansımaz.

Sanat ve sanatçı, bir hayal ve güzellik köprüsüdür dün ile yarın arasında. Şöyle gazetelere, dergilere, kitaplara, ansiklopedilere bir göz atınız. Nerede hoş, güzel bir lafa rastlarsanız bir sanatçıya aittir ya da özsuyunu sanattan alan bir bilim, düşün adamına.

Keser gibi kendine yontanlar, kör bir testere gibi acıtarak biçenler, paslı bir bıçak gibi doğrayanlar, sanatın özü olan bu güzellik algısına henüz ulaşmamış olanlardır. İnsanlığın çektiği yegane sıkıntıların başında gelir bu.

Bunlardır ki kendi varlıklarını her şeyin üstünde tutarlar.

Bunlar ki kendi gülümsemeleriyle başkalarının gözyaşlarını eşdeğer bulurlar.

Bunlardır ki her güzel şeyin sadece kendi hakları olduğunu düşünürler.

Toplumdaki klişe sözlerden biridir: “Acılar paylaşıldıkça azalır. Güzellikler paylaşıldıkça çoğalır.” Gerçek şudur: Hep beraber ağlamak, acıları ortadan kaldırmaz. Bir güzeli yüz parçaya bölmek de çoğalma için yeterli değildir. Acıları ortadan kaldırmanın yolu güzellik üretmektir.

“Sevgi güzellik ister

Güzellik emek ister

Güzellik tende değil

Yürekte ateş ister.”

Sevgiyle üretilen her şey, saygıyı hak eder. Sevgiyle üretilen her şey, takdir edilmeyi de hak eder şüphesiz.

Çocukların ürettiği her güzelliği takdir etmeyi bilmeliyiz. Onları üretici oldukları her konuda yüreklendirmeliyiz. Daha güzelini oluşturma konusunda teşvik etmeliyiz.

Çocuklar yarındır.

Çocuklar ertesi gün.

Çocuklar her gündür.

Güzel çocuklar güzel gençlerdir, güzel gençler güzel adamlardır. Güzel kadınlardır. Güzel yaşlılardır.

Sevgi, dostluk ve umutla…

Bakmadan Geçme