Gülüp geçmek

Bazı işler, gerçekten zor. Hatta zor kavramı bile hafif bir tanımlama kalır. Kilolarca bir ağırlığı sırtlayıp...

Bazı işler, gerçekten zor. Hatta zor kavramı bile hafif bir tanımlama kalır. Kilolarca bir ağırlığı sırtlayıp taşımak, taş kırmak, dağ devirmek ne ki…

Mesela,

Sunucu soruyor.

“Lokantaya gittiniz mi?”

“Yok abla, biz lokantaya gitmedik. Dürümcüye gittik, birer dürüm yiyecektik.”

“Ayşe Hanım’ı tanıyor musun?”

“Ayşe Hanım’ı bilmem ben. Onun teyzesinin kızı vardı Halime. O bize sık gelir gider. Ona gidince orada karşılaşır otururduk. Ya da arada bir onlarla bize gelirdi.”

“Gördün onu size geldiğinde öyle mi?”

“Yok ablacım, ne görmesi? Birer çay içtik sadece. Ayşe mayşe bilmem ben. Benim onunla ne işim olur ki…”

“Para aldın mı kendisinden?”

“Hiç almadım. Ben kimseden borç almam.”

“ Bak telefon ediyorlar, söylüyor bağlananlar aldı diye.”

“Ha, bir keresinde ondan bir pazar parası almıştım.”

“Sen şuna aldım desene.”

Eskiden insanların eğlencelerinden biriydi hayal perdesindeki Karagöz ve Hacivat. Hacivat ne söylese Karagöz onu yanlış anlar, sonunda da kapışırlar, Hacivat tekme tokat dalardı Karagöz’e.

İnsan, şöyle bir etrafına bakınca kendini hayal perdesinde sanıyor. Herkes mi Karagöz, anlaşılır gibi değil.

Derler ya, “Cahile laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur ” diye…

Bir de laf anlamaya niyeti yoksa.

Ne zaman şu TV sunucularını görsem acıyorum. Gerçekten de insanın sinirlerini zapturapt altında tutabilmesi, pek kolay olmasa gerek.

Ha şunu da söyleyeyim, 25-30 yıl önce yapılmış TV’deki mizah dizilerine bakıyorum da…

Şaşıyorum. Bunları da anlıyormuş toplum. Anlamak bir tarafa, gülüyormuş…

Gülüp geçmek gerek çokluk. Yoksa başka türlüsü olmayacak…

Sevgi, dostluk ve umutla.

Bakmadan Geçme