Göz göze…

Arada yazarım yazılarımı düzenli olarak takip edenler bilirler. İletişim konulu derslerde de hep hatırlatırım: İletişim, insanın...

Arada yazarım; yazılarımı düzenli olarak takip edenler bilirler. İletişim konulu derslerde de hep hatırlatırım: İletişim, insanın birbirini görmesi ile başlar.

İnsan, karşısındaki insanın gözlerini gördüğünde iletişim kronometresi çalışmaya başlar.

Gördüğünüzde enerji aldığınız insanlar vardır.

Merak etmeyin, iğneli cümleler kurmaya çalışmıyorum. İma da yapmayacağım. Konuyu sanata ve özellikle tiyatroya getireceğim.

Tek kişilik oyunlar zordur. İzleyici için de zordur, oyuncu için de. Eğer her ikisi de göz göze gelemiyorsa bazen oynamak da izlemek de işkence haline gelir. İletişim; dedik ya göz göze gelme ile başlar diye… Eğer göz göze gelemiyorsanız tat alamazsınız.

Tek kişilik oyunlar dikkat ister. Başta oyuncunun dikkatinin dağılmaması gerekir ki kelimeleri sizin yüreğinize aksın. Sonra izleyici için de zordur tek kişilik oyunlar. Bazen bu oyunlar, bir ‘Önder abi’ ister. Eğer o Önder abi bakışmasını kuramazsanız oyun bir türlü bitmek bilmez.

İzleyici; tek kişilik oyunlarda dekor ister, ışık ister, kelimelerin duyulmasını ve anlaşılmasını ister.

Eskiden romanlar vardı insanı sürükleyen. Yazar, yaptığı betimlemelerle okuyucuyu anlattığı sokaklarda gezdirir, evlerde yatırırdı. Teknoloji ile birlikte o betimlemeleri kameralar yapmaya başladı. Tiyatroda ne betimleme vardır ne de kamera. Tiyatroda göz ve kulak vardır. Eğer ikisine de hitap edemezseniz izleyicinin gözü, cebindeki telefona kayar ki o zaman facia olur…

***

Pazar günü ADD Ödemiş Şubesi’nin genel kurulu vardı. Sivil toplum kuruluşlarının ya da başka bir ifade ile demokratik kitle örgütlerinin durumunu az çok biliyorsunuz. Odalar, dernekler, vakıflar ve sendikalar yani.

Bunların kimileri akçalı, kimileri de gönül işleri çerçevesinde yapılır. Ya parasına aşık olursunuz ya da kamu hizmetine…

Bildiğim ve gördüğüm kadarı ile ADD’de görev alan kimseler, bu işleri gönül işi olarak yaparlar. Yani ne maaşı vardır ne de getirisi. Aksine cepten götürüsü vardır. ‘Vatan sağ olsun’ cinsinden yani.

Pazar günü oldukça iyi bir katılımla gerçekleştirilen genel kuruda divan üyeliğine önerildim. Sağ olsun başkan Gürcay hocamız, karşıdan “Yazıyorum” deyince ben de işaret dili ile “Sen bilirsin” dedim.

Herhangi bir yere aday olmamakla birlikte gördüğüm bir lüzum üzerine son anda genel merkez delegeliğine aday oldum.

Kendi kendime düşündüm: “Sen aday olmazsan, ben aday olmazsam…”

Üye arkadaşlarımızın desteği ile de Ankara delegeliğine seçildim. Bu bahane ile seçilen arkadaşlarımıza daha demokratik bir ülke ve dünya mücadelesinde başarılar dilerim.

Önümüzdeki günlerde de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin olağanüstü genel kurulu yapılacak. Orada da bakacağız yeni aday olacak arkadaşlara. Tek liste mi çıkar yoksa birden fazla mı bilemiyorum. Orada bir yere aday olmayacağım.

Her yere potansiyel aday olmak da iyi değil… Sonra bakıyoruz üç beş dernek veya sendika ile birlikte iş yapmaya çalışıyoruz: Sen, ben, bizim oğlan!

Aslen birden fazla listenin yarışması, seçimlere heyecan getiriyor ama kırgınlıklara ve ayrışmalara da neden oluyor. Demokratik kitle örgütlerinin yapısından mıdır yoksa insan yapımızdan mı bilemiyorum, orta noktayı bulmakta zorlanıyoruz.

Bazen bakıyorum listelere ve “Acaba aralarındaki fark nedir?” diye soruyorum kendime…

Üzülerek söylüyorum ki bakış açısından çok adam peşinde gitme söz konusu oluyor.

Sonra seçimler olup bitiyor. “Haydi bakalım” diyor taraflar… Ama küskünlükler, biteceğine artarak devam ediyor.

Bazen de hayal kırıklıkları yaşanıyor.

Demokratik kitle örgütlerinde ‘biz’ yerine ‘ben’ ön plana çıktı mı tehlike çanları çalmaya başlamış demektir. Oysa kimse, kimsenin askeri değildir. Buralarda çalışmak ‘gönül’ işi, ortak iş yapma da ‘beceri’ işidir.

GS, FB’yi yenmiş… Sokak ve caddeler, araç konvoyları ile doluydu. Ben, yenen takımı tutuyorum. Çünkü futbolcu ve antrenör, parayı veren takımı tutuyor!

Göz göze olmak umudu ile…

Bakmadan Geçme