Gerçek Bir Hikâye!
Beni yakından tanıyanlar, İzmir-Balçova'da da danışmanlık yaptığım bir ofisim olduğunu bilirler. Hem sağlık hem de yaşam...
Beni yakından tanıyanlar, İzmir-Balçova’da da danışmanlık yaptığım bir ofisim olduğunu bilirler. Hem sağlık hem de yaşam danışmanlığı yapıyorum. Sağlıklarına medikal manada dokunmak, yaşamlarına da önce kendilerini bulmalarından başlayıp hayatın yaşanabilen taraflarının hiç de az olmadığını ama her şeyin kendilerinin “istemeyi istemekle başlayacağını” anlamalarında yardımcı oluyorum.
Bazen yabancılarla konuşmak, en yakınındakiyle konuşmaktan daha iyi olabiliyor. Tecrübeler, akademik ya da eğitimsel bilgilerle bezenen bir “aklın”, insanın yanında olduğunu bilmek her daim rahatlatır. Bunun en önemlisi de size yardım etmeye çalışana önce güvenmek ve samimi olduğundan emin olmaktır.
Lakin insanların durumları, son yıllarda o kadar vahim ki “bir dokun bin ah işit” derler ya, hah işte öyle.
Tutunacak dal, dinleyecek insan, kıymet gördüğünü belli edecek yürek arayışındalar. Bu eş olur, dost olur, komşu olur ve artık öyle zamanlar yaşıyoruz ki hiç tanımadığımız insan bile bu açlığımızı gidermeye bir nebze olsun yakınsa hah işte o da olur.
Geçen hafta sonu yine İzmir’deyim, arkadaşlarla bir yerde oturuyoruz ve oraya otuzlu yaşlarda güzel bir kadın geldi. Sohbet sohbeti, insani derinlikler birbirini kovaladı derken bu güzel arkadaşın annesinin kanser olduğu ve son evrede sancılar çektiğini öğrendim. “Peki” dedim gözlerindeki kederi görünce, “Şu andaki mutsuz tavrının sebebi sadece bu mu?” Etraftakiler bana baktı. “Daha ne olsun?” der gibiydiler. Sonra bir iki arkadaşını da yanına alarak, “Abla şu masaya geçebilir miyiz?” dedi. Belli ki yanına aldıkları yaşadıklarını onaylayacak kişilerdi ki diğerlerinden “ayrıldılar”.
Ve ağlamaya başladı. Ha bu arada bu ağlayan arkadaşımız da hem çocuk doktoru hem de aynı zamanda bir sanat müziği korosunda da profesyonel vokalistlik yapıyor. Bunu söylememin sebebi, hani hep birilerine yardım eden insanlar görürüz ya (doktor, polis, itfaiye gibi) bir sıkıntıları olduğunu dahi hiç düşünmeyiz. Taş gelse sanki onlara işlemeyecek gibi ya da yangından yürüyerek çıkacak gibi. Bir nevi kahramanlar yani bunlar. İşte bu gruplardan birine mensup size anlatacağım bu güzel bir kadın da.
Her kim olursa olsun ve kariyeri ne olursa olsun iç dünyasına doğru yerden dokunulduğunda önünüze serebilecek kadar da çocuksu, yalnız ve çaresiz olabiliyoruz.
Neyse uzatmayayım, durumu şu: Anne, çocukluğundan beri “Sen yapamazsın, senin kafan almaz, beceriksiz” dikteleri ile büyütmüş bu ve bir erkek kardeşi var bir de onu.
Kardeşi, ilgisiz ve hastanede olan annesini ziyarete bile gitmiyormuş. “Sen neden gidip her defasında stresle dönüyorsun?” diye de ablasına kızıyormuş.
Ve bu güzel kızımız (diyelim artık) lise, üniversite ve görev yaptığı her durumda bile anne tarafından sevgisiz ve değersiz olarak büyütülmüş. “Peki” dedim, “Baban ne durumda o zamanlarda?”. “Annemin yanında pervane olur” dedi. “Annemle aralarında büyük bir aşk vardır” dedi. “Adam işi bırakıp hastanede anneme bakıyor” dedi yine ara ara ağlayarak.
Ben, hem nasıl devam edecek diye düşünüyorum Hem de kendine ait bir ve tek şeyin heba olduğunu görmeye dayanamayan biriyle konuşuyorum diye düşünürken “korkuyorum” dedi. Korkmak mı? Neden? “Korkuyorum, babama bir şey olacak” çünkü. “Baban bu durumdan şikayetçi mi?” dedim, “Hayır” dedi. “Bebekler gibi davranıyor anneme. Ama annem beni görünce strese giriyor ve babamı bir şeyler alması için dışarı gönderiyor çoğu zamanlar” diye de ekliyor.
“Babanın sana tavırları, çocuk ve büyüme evrelerinde nasıl(dı) peki?”, “Beni çocukluğumdan beri çok sever ama annemin ortamında anneme ilgisi en başta gelmiştir” dedi.
Elbette bu kızımıza neler söylediğimi, daha derin neler anlattığını burada yazamayacağım. Ancak bazı durumlarını sizinle de paylaşmak istedim.
Annesi ile ilgili bildiği detayları ona sorularla geri bildirimler şeklinde ilettiğimde annesini anlamaya ve ancak bu yönden düşünmesi gerektiğini düşünemediğini ilettiğimde durdu ve ağlamaya ara verdi.
“İşte asıl bunun nedeni ne biliyor musun?” dedim. “Konuşarak birlikte bulalım! Kendinin yanlış düşündüğünü görememek, onca sevgisizliğe rağmen (tek taraflı) kendini iyi yetiştirmiş, belirli kariyere gelmiş biri nasıl olur da lise mezunu dahi olmayan annen tarafından değer bulmaz, çocukluğun süresince ve hala hem kızarak hem de üzülerek annene kendini kabullendirmeye çalışıyor olabilir misin içten içe?”
“Ve üstelik” dedim, “Annenin kendinin yetişme, evlat verilme ve yaşadığı onca olumsuzluklarını bildiğin halde buna rağmen bunları düşünemeyişinin nedenini ben seni üzüp de sana söylemeyeceğim. Ancak sen kendini daha iyi analiz etmeyi öğrenebilirsen ki hocam, ruhunu daha rahatlamış hissedeceksin” dedim.
Her ne olursa olsun, şimdi annenin yanında olma zamanıdır. Yarın annen hayatınızdan göçtüğünde kötü anlarının seni üzmesini istemiyorsan yanında olmalısın. Çünkü biz ebeveynler bazen yanlış yapabiliriz, yanlış kararlar verebilir, yanlış kelamlar edebiliriz. Ama biz kurşun geçirmez değiliz ki! Ya da hatasız, nurlu yaratıklar değiliz ki! Anneyiz, babayız. Etten, kemikten ve şükür ki çoğumuz da duygudan yoğrulmuşuz. Bazen hayat bizi eğitir, bazen biz hayattan bizi eğitsin diye faydalanmaya çalışırız. Bunlar bile bazılarımız şanslı yapmaya dahi yeter. Ya şanssız olanlar. Bu duygulardan ya da bu güzelliklerden faydalanma şansı olmayanlar.
Ne diyelim onlara, “Siz kötü bir çocukluk geçirdiniz, siz birini sevemez, çocuk sahibi de olamazsınız” mı diyelim?
Bir sorun bakalım, hiçbir evlat annesi ve babasına “Anne/baba, senin bir ihtiyacın var mı?” ya da “Senin için yapabileceğim bir şey var mı?” diye sormuş mudur? Bunun yüzdesine bakınız lütfen.
Bugünlük burada bırakıyorum. Önemli misafirlerim geldi, yarın kaldığımız yerden devam edeceğim inşallah.
Yarın görüşmek üzere. Sevgiyle ve şansla kalınız.
Sevgiler.