Genç işsizler ve işverenler!
Vaktim oldukça dünyanın önemli girişimcilerinin biyografisini okur ve karşılaştıkları zorlukları nasıl aştıklarını öğrenmeye çalışırım. Büyük bir...
Vaktim oldukça dünyanın önemli girişimcilerinin biyografisini okur ve karşılaştıkları zorlukları nasıl aştıklarını öğrenmeye çalışırım. Büyük bir kısmının hayatında yer alan ortak payda, eğitimden çok cesarete bağlı tecrübeler yaşamalarıdır. Yaptıkları her yanlış ya da her düşüş, ayağa daha güçlü kalkmalarını sağlamıştır. Yani eğitim konusu, hayatlarının çok az bir yerinde yer almıştır. O halde şu soruyu sormak bence çok manidar: “Bu eğitimli olma hali ya da diploma işverenler için önem taşımıyor mu?”
Hizmet sektörü işverenleri, “Tabii ki üniversiteli ile çalışmak isterim ama illa ki üniversiteli olsun diye bir talebim yok” diyor. “Hatta üniversite mezunu çok istemiyorum, çünkü gözü dışarıda oluyor, kolayca gidiyor” yaklaşımı da var. “Ben burayı benimseyecek, bu işyerini fırsat olarak görecek insanlarla çalışmak istiyorum” diyor. İşverenler, çok fazla zihinsel emek talep etmiyorlar. Bunun dışında mütevazı, çalışmaya hazır, çabuk yorulmayacak, işi öğrenmek isteyecek, gerektiğinde fazla mesai çalışması yapabilecek, güler yüzlü, iyi niyetli, güvenilir, sorumluluk sahibi çalışan arıyorlar.
Ayrıca diyorlar ki; “Burada işin nasıl yapıldığını ben biliyorum, bu işi ben kurdum, yapabileceğimin sınırlarını da biliyorum. Benim istediğim çalışan, buranın belirlenmiş işinde, benimle birlikte, benim kadar, hatta benden daha fazla çalışmalı, sorumlu olmalı, hemen ilk planda ücret sormamalı, sebatkar olmalı. Ben ne yaptım? Düşük ücretle çalıştım, işi öğrendim, para mara demedim. Onlar da gelecekler kaç lira demeyecekler, hafta sonu demeyecekler.”
Gençler, bu talepleri sessiz olma, modern köle olma, çok çalışma gibi tanımlıyorlar. Gençler, eğitimlerine uygun iş arıyorlar. Çünkü onlara, Türkiye’de toplumsal katmanları yukarıya doğru tırmanmanın kabul edilmiş birinci yolu olarak “Okuyun” denmiş. Yukarı tırmanmak için eğitimden başka yol yok. Onlar da aldıkları eğitime uygun işler talep ediyorlar.
Gençler, eğitimlerine uygun iş istiyorlar. “Ben ilkokuldan bu yana test çözerek geldim, uzun eğitim aldım, üniversiteye girdim, eğitimime uygun iş arıyorum, başka bir şey de bilmiyorum” diyorlar. Gençler, eğitimleri dışındaki işlere de açıklar aslında ama sözlerine genellikle “Bildiğiniz gibi değil” diye başlayıp “Çalışma saatleri çok uzun, günde 11-12 saat çalışıyorsunuz, asgari ücret bile iyi ücret sayılıyor, bazen onu da vermiyorlar, haftanın altı günü çalışmamız isteniyor. Hatta tek izin gününü hafta içi kullandırma eğilimi var” diyorlar. Gençler; eğitimlerine, diplomalarına uygun, daha masa başı, daha zihinsel becerilerini kullanabilecekleri işler talep ediyorlar. Daha aşağıya da gelmeye razılar ama çalışma koşullarının düzeltilmesi ile razılar. Öncelikle eğitimlilik hallerinin tanınmasını istiyorlar. Bu kadar kıymetsiz hale getirilmesine içerliyorlar.
Çalışma dünyasına baktığımızda da bunu talep edecek sınırlı bir çalışma dünyası var. Gençler; yaratıcı, enerjik, yeniliklere açık olma özelliklerini kullanmak istiyorlar ama bunu nerede kullanacaklarını bilmiyorlar. İşverenler, onların bu söylemleriyle aynı fikirde değil. İşveren onlara, “12-13 saat çalışır mısın? Bunu 1500 TL’ye yapar mısın?” diye soruyor. Gençlerin birçoğu kesinlikle KPSS’ye hazırlanıyor. Onların istedikleri işe karşılık gelecek iş, devlet işi. Neden devlet işi? Parası, saygınlığı değil. Bunlar da önemli ancak daha fazla düzenli bir yaşam planlaması için istiyorlar. Geleceği öngörülebilir, resmi tatilleri var, az çok da alacağın belli. Gençler sadece rahat iş istemiyorlar, istikrarlı bir iş istiyorlar. Gençlik dönemlerini artık sonlandırmak, kendi hayatlarını kurmak istiyorlar. Babalarından dolmuş parası istemekten incindiklerini söylüyorlar.
Türkiye iş piyasasının genel dinamiğini dikkate almadan eğitimli genç işsizliği analiz edebilmemiz çok kolay gözükmüyor. Bizim nasıl bir iş piyasamız var, neler üretiyoruz, bunun içerisinde bizim zihinsel emeğe ne kadar ihtiyacımız var? Bu soruların cevaplarını iyi vermemiz gerekiyor. Yoksa da yoktur.
Diplomalı insana ihtiyaç duyan, yaratıcılığa, inovasyona dayalı üretim yapan ne kadar işverenimiz var? Bunu bilmemiz gerekiyor. 8-10 kişi çalıştırıp bu küresel dünyada kendini ayakta tutmaya çalışan bir işverenin üzerine yıkamayacağımız kadar önemli bir konu bu. Bu işletmelerin büyümeleri, gelişmeleri gerekiyor ve böyle bir kaynakları yok. Bu işletmeler; yaratıcı, yenilikçi insana ihtiyaç duymuyorlar. Eğitimli gençler de aldıkları eğitimin kıymeti olsun istiyorlar. Hemen belirteyim, bu diploma enflasyonu sadece Türkiye’nin sorunu değil. Bu kavramın üreticisi Fransa’dır. Küresel olarak diplomaların getirisi düşüyor. Şimdi burada stratejik bir karar vermek gerekiyor. Bir yumurta-tavuk ilişkisi durumu var. Acaba önce gerçekten eğitime yatırım yapıp eğitimli iş gücü ile bir kalkınma mı? Sorgulayan, eleştiren bir eğitim sürecinden geçireceğiz ki onlar böyle bir piyasa yapacaklar. Doğru olan da bu ama buna çok inanmak ve bunun üzerine yatırım yapmak gerekiyor. Diğeri de iş piyasasını, işverenleri desteklemek, onları büyütmeye onları güçlü kılmaya, bu alanda rekabet edecek hale getirmek. Pompa üreten bir fabrikaya araştırma, geliştirme desteği verilirse o da diplomalı mühendis istihdam eder. İş piyasasını destekleyerek oranın zihinsel emeğe olan gereksiniminin artırmak mı? Yoksa bütün enerjimizi eğitime vererek dünyayı algılayan eğitimli iş gücü üretmek mi?
Sorunumuz, fazla sayıda diploma olması ama iş dünyasının da bu kadar diplomalıya ihtiyacı yok. Ben böyle diye eğitimden vazgeçilmemesi gerektiğini de düşünüyorum. Bütün kalkınma göstergelerimiz, eğitimle birlikte artıyor. Burası da ihmal edilmemeli. “Bizim bu kadar eğitimli iş gücüne ihtiyacımız yok, o zaman üniversiteleri azaltalım” bakışı da yanlış.
İki taraf da yapısal bir meseleyi bireysel açıklamalarla çözmeye çalışıyorlar. Bütün bunları ne sadece gençlerin iş beğenmemesi ile ne de işverenlerin muazzam artmış beklentileri ile açıklayabiliriz. İki tarafın gerekçeleri de bireysel durum pozisyonlarını koydukları yer de yapısal aslında. İşveren diyor ki; “Bütün bu dünyanın içinde ben ancak bu kadar yapabiliyorum, onun için böylesine ihtiyacım var.” Genç de diyor ki; “Ben de böyle yapmak, böyle yaşamak istiyorum.” İki taraf da kendi pozisyonlarını gerekçelendirirken haklı ama suçlamada iki taraf da kolaycılığa kaçıyor. Genç, işvereni suçladığında buradan bir pay alamıyor, işveren de genci suçladığında buradan bir şey elde edemiyor. Hal böyle olunca üretimden uzak bir toplum yapısı ortaya çıkıyor. Eğitim anlamında bu iki önemli unsur mutlaka yan yana gelmeli aksi takdirde Nevzat Aydın, Arzu Kaprol, Cihat Dündar, Alp Saul gibi isimlerin çoğalmasını mümkün kılamayız.
Bakmadan Geçme





