Geleceğimiz…
Yeni öğretim-eğitim yılına girerken öğrenciler arasındaki şiddet olaylarının ilçemizde de varlığını görüyor, duyuyoruz. Anneleri, babaları, eğitimcileri...
Yeni öğretim-eğitim yılına girerken öğrenciler arasındaki şiddet olaylarının ilçemizde de varlığını görüyor, duyuyoruz.
Anneleri, babaları, eğitimcileri ve toplumsal duyarlılığı sahip herkesi derinden yaralayan bu olaylar; hoyrat ve büyükçe bir dalganın kıyıdaki kayaya gürültüyle çarpması gibi duyarsızlığa, kokuşmuşluğa vurulmaya devam ediyor.
Ulusumuzun parlak geleceği olan bu insanların durumlarını, bir kez daha altını çizerek yinelemekte fayda var.
Kötü bir kabus gibi kötü yaşanmışlıkları bir kere daha yinelemenin bir anlamı yok belki. Üstelik de tarımla ilgili yazı yazılması gereken bu köşede. Ama aklınızın bir yerinde daha henüz çocuk olan bu gencecik insanların yazılmış algılarını, acı yaşamlarını, içinde bulunduğumuz acımasız çağın insan tanımaz yaklaşımları ile sentez oluşturma duygusu varsa hisleriniz galip geliyor elbet.
Özellikle toplumsal erozyona uğramış ülkelerde duyardık, okurduk bunları. Ülkemiz metropollerinde de sosyal değerlerin karıştığı bölgelerdeki okullarda yaşanmıştı benzer olaylar. Belki sizin, benim ve hatta bu yazıyı okuma durumundaki hiç kimsenin çocuğu, kontrolün pek sağlamadığı okulullara gitmiyor olabilir. Fakat bu acı olaylardan etkilenmemeyi ve toplumsal ahenkteki dalgalanmaları görmemeyi gerektirmez.
Sözüm ona “karşı devrim” olan 1950’den sonra her on yılda bir gelen demokrasinin malum anlayışın uzantısıyla ara verdirilmesi, özellikle 1980 sonrası sosyo-ekonomik çöküntüyle birlikte 2000’lerden itibaren ülkemizde iyiden kasıp kavuran neo-liberal muhafazakar akımların yansıması, içinde bulunduğumuz toplumsal yapıyı ortaya çıkardı. Duyarsız, adam sendeci, kendi gemisini yüzdürmekten öte kaygı taşımayan, kuşkulanmayan, destekli eleştiremeyen, köşe dönmeci, bir koyup bilmem kaç alarak birbirini kazıklama çizgisindeki bir toplumsal anlayış.
Ve bu yapıya uygun oluşan, görsel-yazılı medya ile onların popülist icraatları. 1985’ten sonra liberal ekonomiyle birlikte çoğalan ahlak ve erdem tanımaz özel TV kanalları, asli görevi toplumu haberdar edip bilgilendirmek iken tava tencere dağıtmayı asıl görevi gibi algılayan Türk burjuvasinin kuponcu gazeteleri, 2005’ten itibaren ise iktidar şakşakcılığına soyundular. Resmi pastadan pay alabilmek için ortada yanan ateşi daha da körüklediler…
Toplumsal çöküntümüz, daha derinlere doğru kaydı. Ebeveyn yetersizlikleri üzerine çocuklarınınki eklendi. Eğitime, öğretmenlere, öğretim görevlilerine verilmesi gereken emek ve para; illegal kamu ihaleleri, hortumlamalar ile “göbekli zübük”lere aktarıldı.
“Prime time” yani TV’nin en çok izlendiği saatlerde toplumsal hastalığımız olan feodal yaşantı özlemimizin belirtisi olarak ortaya çıkan; zengin, yakışıklı, asil, vuran, kıran ama hem ağlayıp hem de seven elleri tabancalı bilmem kim ağaların yaşantılarını anlatan diziler, tüm kanalları kapladı. Ya da magazin programlarında topuktan vurulmalar. Yüksek sosyetenin eğlenceleri, giyimleri ve aşkları. Bunlar, holding medyasının gazetelerinde sürmanşetten de duyruldu.
Uzun kış gecelerinde, herkes çoluk çocuk çıt çıkarmadan, gözlerini ekrandan hiç ayırmadan, sanki büyülenmişçesine ama uzun süren reklam aralarına kızarak, bu arada da izledikleri ile ilgili yorumlar ve eleştiriler yaparak, bazen gülüp bazen de duygulanarak bu gösterimler ile birlikte yaşıdılar. Pazar günü renkli yazılı medyanın kitap gibi eklerinden gene hep birlikte kişisel ve toplumsal ahlakı unutanların yaşamlarını (tabirimi maruz görün) ağızları sulanarak okundu.
Onlarca uygarlıktan beslenerek oluşan kadim Anadolu hümanist kültürü, planlı bir erozyona uğratıldı, uğratılıyor…
Peki tüm bunlardan aydınlık geleceğimiz dediğimiz çocuklarımız, nasıl etkileniyor?
Tertemiz beyinleri, bu sayede aldıkları lekeleri temizleyebiliyor mu zaman içinde?
Ruhlarının güzel yanlarını mı geliştiriyorlar ya da şimdilik pek de anlayamadıkları bu olayları bilinçaltlarına atıp delikanlılıklarındaki tavmalarda kusmak için biriktiriyorlar mı?
Toplumsal ilerleyişimizin yapı taşlarını oluşturan çocuklarımızın doğru yetişmesinde gerekli özveri ve bilgiye ulaşma, herkesçe bilinmeli…
Sağlıklı neslin; bedeni ve beyni iyi beslenmiş olmakla birlikte, ruhu da iyi doyurulmuş çocuklar ile mümkün olacağının unutulmaması dileğiyle…