Geçmişten bugüne kadına şiddet

Değerli okurlarım, hepinizin de bildiğiniz üzere geçtiğimiz çarşamba günü, 󈧝 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’...

Değerli okurlarım, hepinizin de bildiğiniz üzere geçtiğimiz çarşamba günü, ’25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ idi. Bütün dünyada aktivistlerden sıradan insanlara kadar çoğu kişi; gerek sosyal medyada gerek sokakta kadına yönelik şiddeti kınadılar. Geçtiğimiz yıllarda katledilen kadınların mezarlarına çiçekler bırakıldı ve anma törenleri düzenlendi. Kadına yönelik şiddete karşı insanların günden güne bilinçlenmesi ve uluslararası kampanyaların yürütülmesini görmek, gerçekten insanı gururlandırıyor. Zira insanlığın ve medeniyetin temeli olan kadınlarımızın toplumda hak ettikleri konumlarının -binlerce yıllık gecikmeyle de olsa- iadesi, geleceğe dair umutlarımızı artırıyor. Peki bu binlerce yıllık gecikme niye yaşandı? Bu yazımızda bu konunun temellerine inecek ve bugüne yansımalarına değineceğiz.

Hikayemiz, yaklaşık 200 bin yıl önce başlıyor. İnsanlığın henüz avcı-toplayıcı hayat sürüp küçük kabileler halinde yaşadığı bu dönemlerde insan toplumunda kadın ve erkek arasında çok belirgin farkların olmadığını görüyoruz. Bahsettiğimiz çağda henüz tarım ve hayvancılık bilinmediği için haliyle mal edinme kavramı da oluşmamış. Bu sebeple insan, hayattaki tek varlığının ailesi ve kabilesi olduğunu biliyor. Bu dönem öyle bir dönem ki bir erkek, evliliği hak etmek istiyorsa toplumda kendisini kadına göstermek ve kabul ettirmek için avlanmak ve savaşmak zorunda. Hatta yer yer dünyanın farklı bölgelerinde anaerkil (kadın egemen) topluluklarla da karşılaşabiliyoruz bu dönemde. M.Ö. 10 binli yıllara kadar devam eden bu çağ, insanlığın en karanlık ve en gizemli çağı olarak bilinir. İnsan; içinde yaşadığı tabiata hükmetmekten çok uzakta, onun en zayıf parçalarından biri konumunda. Ta ki tarım devrimine kadar.

Yaklaşık 12 bin yıl önce insan, ilk defa tarımı keşfetti. Tarımın yanında daha önce avlamak için peşinden koştuğu hayvanları evcilleştirmeyi başarması, insanı yerleşik hayata zorladı. Yerleşik hayat, beraberinde daha katı kuralları ve tabuları doğurur. Bu dönemde toprağın kutsallığı hiç olmadığı kadar artarak toprak ve hayvan sahibi olmak, hayatta kalabilmek için zorunluluk haline geldi. İlk defa zenginliğin doğuşu da bu dönemdedir. Birkaç bin yıl içinde insanlık gelişmişliğinde daha önce hiç kat etmediği kadar yol kat edecek, nüfusu hiç artmadığı kadar artacaktı. Bu dönemde kadının ilk defa ikinci plana itildiğini görmekteyiz. Toprak gibi kutsal kabul edilen kadın, artık sahip olunabilir bir meta haline dönüşmüş ve toplumsal olarak kadına şiddet, bu dönemde başlamıştır. Ataerkil (erkek egemen) toplum; kendisini kadının sahibi ve koruyucusu olarak görmüş, zaman içinde kadının haksız yere şiddet görmesini engelleyen toplumsal kurallar üretilse de bu kurallar kadını ikinci planda olmaktan kurtaramamış, hatta daha da baskılamaya devam etmiştir. Unutmayalım ki bu süreç, tarımsal devrimi gerçekleştiren bütün toplumlarda yaşanmıştır.

Binlerce yıl devam eden klasik tarım çağı toplumu, kadının konumu konusunda çok değil bundan sadece 250 yıl kadar önce değişmeye başlamıştır. 18. yüzyılda ilk defa okuma yazma oranlarının Avrupa’da artması, kadınların eğitim almasını da kolaylaştıracak ve kadın aydınların çıkmasına, kadın hakları bilincinin oluşmasına sebep olacaktır. Sanayi Devrimi sonrası fabrikalaşma, kadına ilk defa çalışıp evine para getirme olanağı sağlayacaktı. Bu, çok büyük bir gelişmeydi çünkü kadın, kendi ekonomik özgürlüğünü kazanacak ve toplumda daha çok söz sahibi olacaktı. Artık eve kapatılıp zorla izole edilme devri bitiyor, modern insan toplumu oluşuyordu. 20. yüzyıl boyunca sanayileşme dünyaya yayıldı ve dünyanın her yerinde kadınlar haklarını aramaya başladı. Bu dönem, bir nevi geçiş dönemi özelliği taşımakta ve hala devam etmektedir.

Bugün içinde yaşadığımız 21. yüzyıl gösteriyor ki kadına şiddetle mücadele konusunda aşmamız gereken hala çok fazla engel var. Ne kadar modern olursak olalım zihniyetimiz çağın gerisinde kalıyorsa bu, bütün insanlığın ayıbıdır. Kadının toplumdaki hak ettiği konumu -tıpkı binlerce yıl önce olduğu gibi- geri kazanmasına bütün insanlık katkıda bulunmalı ve dünya üzerinde yaşayan her birey bilinçlenmelidir. İnsanlık, bir sonraki çağa geçmek istiyorsa öncelikle kadına şiddetin kökünü kazımalıdır.

Bakmadan Geçme