Felsefe konuşmaları

2002 yılından bugüne Kasım ayının üçüncü perşembe günü, Dünya Felsefe Günü olarak kutlanıyor. Felsefe sohbetleri beni...

2002 yılından bugüne Kasım ayının üçüncü perşembe günü, Dünya Felsefe Günü olarak kutlanıyor. Felsefe sohbetleri beni heyecanlandırıyor, özellikle de gençlerle bir araya geldiğimizde sözümüzü düşünce dünyasının üstatlarına ayırdığımızda rahmetli hocam Prof. Dr. Ahmet Cevizci’nin vasiyetini yerine getirmişçesine mutlu oluyorum. Kendisi her zaman bize “Felsefeye hizmet edin, bu konuda mesai tanımayın; gençlere yatırım yapın…” demişti.

Toplumda felsefenin hak ettiği konumda olmamasına çok üzülüyordu. İnanılmaz çalışkan bir akademisyendi. Öğrencileriyle arkadaş gibi dertleşebilen ender hocalardandı. Yerini doldurmanın kolay olmadığını geçen yıl Ekim ayında Uludağ Üniversitesi’ne ziyaretim sırasında bir defa daha anladım. Bursa’da Uluslararası Felsefe Kongresi için gençlerle dertleşmiştim. Gençlerin gözlerindeki coşkuyu, felsefe adına bir şeyler yapmak istediklerini fark edince bir zamanlar hocamızın asistanı ve şu an Doç. Dr. olan Metin Becermen‘in emeklerinin ne kadar kıymetli olduğunu söyleyebilirim. Toplumu için kafa yoran, felsefeyi yaşamın parçası haline getirmek için mücadele eden fikir adamı. Kendisiyle gazetemiz için felsefe röportajı da yaptık. Nasip olursa o yazıyı da sizinle buluşturacağız.

Neden felsefe önemli? Bilgi sevgisi olarak tanımlanan felsefe; her şeyden önce kalıpları, ön yargıları yıkmak demek. Bu, kolay bir olay değil. On beş yaşımdan bu yana felsefe kitapları okuyorum. Aradan yirmi altı yıl geçti. Hiç anlam veremediğim dik başlılıklarım da var. Geçmişten gelen, bilinçaltında kümelenen kalıplaşmış ifadelerin esiri olabiliyorum. Özgür düşünceli olmak, sadece felsefe kitaplarıyla toplumbilim dediğimiz sosyoloji eserlerini okumakla da olmuyor. Muhakkak surette okuduklarımızı, duyduklarımızı kritik etmek, sorgulamak ve farklı ilimlerden öğrendiklerimizle kıyaslamak gerekiyor. Hayat tecrübesiyle beslenmeyen her düşünce, kim tarafından söylenirse söylensin güdük kalacaktır. Bilmek de her zaman yeterli olamıyor. O bakımdan felsefeyi hayatın merkezine yerleştirmeden felsefe yapıyor ve akıl yürütüyor olmak, kendin çal kendin oyna hesabına dönüyor. Ne yazık ki bu görüşümü pek çok akademisyenle paylaştım. İstisnalar hariç kahir ekseriyet, “Eh ne yapalım şimdi, felsefeyi herkes anlamasın zaten” dediler. Anlaşılamamak, bazıları için elem verici olurken çoğu için de onur kaynağı tadında diyebilirim.

Öğrenciyken üniversitemizde de bir de din felsefesi kürsüsü olması için çabalamıştım. Bölüm başkanları ile konuşuyor, bu konulara kafa yoruyordum. Aldığım cevaplar, hemen hemen aynı idi; “İlahiyat Fakültesi’ne gidebilirsin…”

Zaten bir ayağım İlahiyat fakültelerindeydi. Felsefe, insana dair yaşama ait her görüş ile irtibatlı olmalı idi. Bu bağlamda felsefe, inançla da inançsızlıkla da ilgilenir. Varoluşçu psikiyatrist Irvın D. Yalom, ateist yani inançsız bir ilim adamıdır. Lakin varoluşumuzun temellerini “Neden varım?” sorusu ile danışanlarına bir anlamda felsefe yaptıran Yalom, Psikiyatri ve Din adlı kitabında din adamı gibi inançlara mesai harcamıştır. Filozof olmadığı halde uzun yıllar felsefe eğitimlerine katılmıştır. Yelpazesi geniş, vizyonu dar olmadığı için din ile ilgilenmekten ve felsefe okumaktan kaçınmıyor. Oysa bizde felsefe, öncelikli olarak onu anlatan bazı akademisyenler tarafından kısırlaştırılıyor.

Yaklaşık 5-6 yıl önce Farabi Sempozyumu’na katılmıştım. Farabi, İslam filozofu olarak anılıyor ve biliniyor. Sempozyumda gözlerim, felsefe bölümünden akademisyenleri de aramıştı. Ne yazık ki milenyumdan yıllar geçmesine rağmen ve iletişim yüzyılında olunmasına karşın önyargının zincirlerinin aşılamadığını gördüm. Dinle ve din felsefesi ile ilgilenmek isteyenler, ayrı bir safta yerlerini almak durumunda kalıyordu.

Önyargıların Zincirleri adlı köşe yazımda bir eşcinsel ile ateist karakter üzerinden İslam Tarihi, Siyer-i Nebi anlatımlarına örnekler vermiştim. Gerçek anlamda felsefe ile ilgilenmek istiyorsak düşüncelerimize pranga olan, tutsaklık veren her türlü zincirden kurtulmamız şart yoksa derinlikli beyin jimnastiği yapamayız. Uzun yıllar sporla uğraşanları kaslarından tanırız. Fikirler ile uğraşanları nasıl biliriz? Vizyonumuzu kısır, dar bakış açılarından arındırabilirsek beyin kaslarımız da sporcununki kadar çekici hale gelecektir.

Sevgili okurum,, şimdi sorabilirsin “Edep ya hu be hatun! Bunca şey anlattın, sırf derdin çekici olmak mıydı?” diye. “Çekici olmaktan ne anladığınıza bağlı” diyerek sizi şimdi başka bir yolculuğa çıkarayım.

Kağıt elli liranın arkasında bir hanımın resmi hiç dikkatinizi çekti mi? Fatma Aliye Topuz Hanım, bize tebessüm eder. 1862 doğumlu olan Fatma Aliye, tarihçi Ahmet Cevdet Paşa’nın kızıdır. Osmanlı döneminde ilk kadın romancımız olarak bilinir. Yazarlığı kadar çevirileriyle de adından söz ettirmiştir. Dönemin gazeteci yazarı Ahmet Mithat Efendi’nin de manevi kızı olup felsefeye yazıları ile hizmet etmiş, insan hakları konusunda çalışmalar yapmıştır. Ahmet Mithat Efendi’nin yayınladığı Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’nde fikir yazıları da kaleme almıştır.

Hayal ile Hakikat adlı felsefi romanı Ahmet Mithat Efendi ile birlikte kaleme almışlardır. O döneme göre harikalar meydana getiren Fatma Aliye Hanım, bahsettiğim işleri evli ve dört çocuk sahibi olarak yapmayı başarabilmiş. Gıpta ediyorum, imreniyorum.

Üniversitede akademisyen değildi ama felsefeye hizmetin ne demek olduğunu bilen vizyonu geniş, bakış açısı derin bir hanımefendiydi.

Perşembe günü farklı bir felsefe sohbetinde gönülden gönüle konuşabilmek dileğiyle…

Bakmadan Geçme