Emanet
Bizim inancımızda her varlık bir emanet… Can, nesil, akıl, mal ve din hepsi emanet… Hatta kendimize...
Bizim inancımızda her varlık bir emanet… Can, nesil, akıl, mal ve din hepsi emanet… Hatta kendimize ait olan ve olmayan her şey emanet… Koca evren bize emanet… Emanet, sorumluluk demek… Duyarlı bir kalp taşımak demek…
Vicdan ve sorumluluk sahiplerinin bu emanetler karşısında vurdumduymaz olması, kayıtsız kalması, neme lazım fikrine kapılması bir tenakuz… Hele bir de ‘Gemisini kurtaran kaptan’, ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’, ‘Her koyun kendi bacağından asılır’ gibi sözlerin müminin gönlünde ve dilinde yer etmesi, emanet bilincinin yitirilmesinin işaretleri…
Vaktiyle Osmanlı Devleti’ni dünyanın en güçlü ve zengin devleti yapan Kânûnî, devletin o gücüne rağmen bu gücün ve zenginliğin akıbetini düşünür… “Bu devlet yıkılır mı?” diye merak eder… Konuyu devrin meşhur bilgini, gönül insanı ve aynı zamanda sütkardeşi olan Yahya Efendi’ye bir mektupla sorar: “Sen ilme vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker?”
Yahya Efendi’nin mektuba verdiği cevap çok kısa olur: “Neme lazım Sultanım!”
Kânûnî, sualinin ciddiye alınmadığını düşünerek veya kısa cevabın maksadının ne olduğunu öğrenmek üzere Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına gider…
Yahya Efendi, meramını şöyle açıklar: “Sultanım! Bir devlette haksızlık yayılsa, işitenler de ‘Neme lazım’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa ve taşlardan başkası işitmese işte o zaman devletin sonu görünür… ”
Kânûnî, gözyaşları içinde Yahya Efendi’ye dua ederek oradan ayrılır… (Not: Bu yazışmalar, Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir.)
Bireyin, ailenin, toplumun, kurumların, STK’ların ve tüm yapıların zevali, “neme lazım” virüsü ile kaçınılmaz…
Başka bir örnek;
Abbasi Devleti Halifesi Harun Reşit zamanında Behlül Dânâ adında bir derviş yaşar… Behlül Dânâ, halkı doğruya yöneltmek için onlara bol bol nasihat eder… Bir gün onun sözlerinden rahatsız olan halk, onu Harun Reşit’e: “Sultanım, bizim yaptıklarımızın ona ne zararı var? Bizi kendi halimize bıraksın. Sonra her koyun kendi bacağından asılır” diyerek şikâyet eder…
Bunun üzerine Harun Reşit, Behlül Dânâ’yı çağırtıp halkın şikayetlerini ve sözlerini aktarır…
Behlül Dânâ, sesini çıkarmadan oradan ayrılır ve ardından birkaç koyun keserek onları mahalle ortasında olan evinin bahçesindeki ağaçlara asar… Bunu gören halk, ilk başta onunla alay eder…
Zaman geçtikçe asılan hayvanlar çürümeye, mahalleye koku ve sinekler yayılmaya başlar… Halk, soluğu Harun Reşit’te alır…
Behlül Dânâ’yı çağıran Harun Reşit, “Behlül Dânâ, bu ne haldir?” diye sorduğunda:
Behlül Dânâ: “Ben bir şey yapmadım. Onlar değil miydi her koyunun kendi bacağından asıldığını söyleyenler? Ben de onlara kendi bacağından asılmış koyunları gösterdim. Kendi bacağından asılmış koyunların onlara ne zararı var?” der.
Evet, gücümüzün, imkanımızın ve sözümüzün tesirince emanete ve varlığa karşı duyarlı olmak, var olmanın bir gereği… Aksi bir tutumun neticeleri, sahibi başta olmak üzere er geç her varlığa ulaşıyor…
Bakmadan Geçme




