Ekici ol, bilici olma!

Atasözlerimizi günlük yaşamda ne kadar kullandığımıza ilişkin bir istatistik yapıldığını sanmıyorum. Böyle bir çalışmanın nesnellikten hayli...

Atasözlerimizi günlük yaşamda ne kadar kullandığımıza ilişkin bir istatistik yapıldığını sanmıyorum. Böyle bir çalışmanın nesnellikten hayli uzak olacağı da kesin. İşin o yönünü bir yana bırakıp başlığa taşıdığım “Ekici ol, bilici olma!” sözü, benim yaşamımdaki önemli yerini halen koruyor. Daha doğrusu hayat felsefemin temel taşlarından biri diyebilirim.

Bazı konular, eğer sizi yatağınızda uyutmayacak denli beyninizi meşgul ediyorsa hiç üşenmeyip yazmanız gerekir. Bu; mühendis için bir plan, bir yazar için öykü, şiir ya da deneme olabilir. Her ne türde olursa olsun tembellik uykunuzdan uyanıp kaleme sarılmalısınız. Bunu yapabilenler, başarı basamaklarını çıkmayı bilir.

Geçtiğimiz günlerde bir Köy Enstitülü öğretmenimizi ışık ülkesine yolcu ettik. Pek çoğumuz onu tanımaz. Kemalpaşa-Armutlu’da kıraç bir toprağı kiraz bahçesine ya da cennet bahçesine dönüştüren bu öğretmenimizin adı Niyazi Gürsu’ydu. Bu öğretmenimi Ödemiş Efe Dergisi’ni çıkardığımız 1990’lı yıllarında kızı Gülen Yavuz ve damadı Mustafa Yavuz öğretmenlerimiz aracılığıyla tanımıştım. Yayımladığımız Ödemiş Efe dergilerini kendisine ulaştırmayı önemli bir görev kabul etmiştim. Çünkü Niyazi hocam, yayımladığımız dergiyi o denli beğenmiş olmalı ki üşenmeyip görüş ve önerilerini mektupla bildirmekteydi. Sağ olsun…

Niyazi hocam, günün birinde o harika kiraz bahçesinde beni ağırladığında daha da yakınlaşmış, kaynaşmıştık. Onda bitip tükenmeyen Köy Enstitüsü ruhunu, azmini hatta aşkını görmenin beni daha da yüreklendirdiğini söylemeliyim. Böylesi bir çalışma azmini Beydağlı Mestan Yapıcı hocamda da gördüm. Bu güzel örnekler, haliyle insanı motive ediyor, yaşanan tüm olumsuzluklara karşın istenirse bir çözüm yolu bulunacağını öğütlüyor.

Meslek yaşamımda hep üretmeye dönük çaba harcadım. Lafla peynir gemisinin yürümediğini söyleyen sözün ne denli yerinde olduğunu yaşayarak öğrendim. Biz, sıkça atasözlerimizi günlük konuşmalarımızda dile getirsek de işin sonunda eğer somut bir eylem konmadıysa geçin onu bir kalemde. Hani ne demiş şair, “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!” da bir önceki sözü perçinleyen başka bir deyiştir.

Birçok milletin atasözleri ve deyimleri vardır. Zaman zaman onlara da kulak verir, kullanırız. Özellikle Amerikalılar tarafından yok edilmek istenen Kızılderililerin söylediği bilge sözler, hep dikkatimi çekmiştir. Ancak çalıştığım beş yıl içinde Almanların atasözlerine günlük konuşmalarında yer vermedikleri dikkatimi çekti. Bunun elbette sosyolojik bir açıklaması vardır. Fakat benim dil yeterliliğim, bu konuyu araştırmaya yetecek düzeyde olmadığı için sorup soruşturamadım. Yine de Almanlarda yoğun kentleşme ve sanayileşme sonucu bir duygu körelmesi olduğunu görebildim. Bizim kadar olaylara duygusal bakmıyorlar. Onlar için madde önce geliyor. Hani pek çoğumuz bilir, “Alman usulü” denen karı kocanın bile lokantada yediklerinin hesabını kendilerinin ödediği yöntem. Bizde öyle mi? Gidersin lokantaya, bakarsın bir tanıdığın yemek yemekte; ona “Afiyet olsun” demen yeterli. O, senden önce kasaya gitmişse bil ki senin de hesabın ödenmiştir. Bu, oturduğun kahvede de aynıdır.

Elbette her toplum, binlerce yıllık bir kültür birikimine sahiptir. Öyle farklı özelliklere tanık oluruz ki şaşkınlığımızdan küçük dilimizi yutacak duruma gelebiliriz. Gene bilindik bir örnek vereyim: İki Rus erkek arkadaş, karşılaştıklarında dudak dudağa öpüşürler! Bizde bunu yapmaya kalktığınızda başınıza neler geleceğini herkes az çok tahmin edebilir. Daha buna benzer farklı tutum ve davranışların varlığından insan okuyarak, gezip görerek haberdar olabiliyor. Dört bin yıl önce Sümerler demiş ki, “Bilmiyorsan, neden öğrenmiyorsun!” Ne kadar anlamlı bir söz değil mi? Salt bu söz üzerine bir yazı yazabilir insan. Kısaca bu sözden çıkardığım anlam şu: Yeryüzünde söylenmemiş hiçbir söz yok; zaman içinde farklı toplumlar, benzer eylem ve durumları kendi dilleri, gelenek ve görenekleri doğrultusunda ifade edegelmişler. Bizim de yaptığımız, bundan başka bir şey değil.

Gelelim son söze. Bizim toplum olarak laftan çok üretmeye ihtiyacımız var. “Efendim, bu toprakta şu yetişmez” diyerek ahkam keseceğimize toprağın gücüne inanarak denemekten kaçınmamalıyız. Hele hiçbir garantisi olmayan ve ülkenin en çorak topraklarında da kolayca üretilen patatesten biraz olsun uzaklaşıp gerektiğinde tropikal ürünleri bile deneyebilmeliyiz. Sınama yanılma olmadan başarı, bizim kapımızı çalmaz. İnatla ve inançla ekmeli ve sonucu görebilmeliyiz.

Bakmadan Geçme