Ekber Yahut Bir Latif-i Hayat
Masalların, Türk masallarının ölümsüz kahramanı Keloğlan. Anasına: 'Ana az nazlandır beni' der. Anası: 'A Benim kel...
Masalların, Türk masallarının ölümsüz kahramanı Keloğlan.
Anasına: “Ana az nazlandır beni” der.
Anası:
“A Benim kel oğlum
A benim keleş oğlum
Yaşamı beleş oğlum” şeklindeki hoş, tatlı sözlerle başlayan şiirsi, biraz öykümsü sözleriyle nazlandırır.
Haylazdır biraz. Aklının dikine gider.
Anası çarşıya tuz için gönderir, o gider padişahın kızına talip olur.
Bu uğurda türlü cefalar çeker. Bilmediği insanları bilir, tanımadıklarını tanır. İnsanların iç yüzünü öğrenir.
Ve kazanır yolun sonunda. Muradı gerçekleşmiştir.
Filmin sonunda belki pek çoğunuzun dağarcığında kalan şu repliği söyler.
“Padişah kızına talip olup onu elde etmek büyük mutluluktur. Ancak bundan daha büyük bir mutluluk daha vardır. Padişah kızını bir sultanı verseler de almamak…”
Neden mi bunları anlatıyorum?
Geçenlerde bir arkadaşımı, bir güzel arkadaşımı bu köşede konuk etmiştim. Bu sefer daha güzelini yapıp bu kalemi tekrar konuk ediyorum.
Söz sevgili Gülay Çalıkkasap’ın:
“Gözümün önünde. Bastonu elinde. Başında kasketi. Üzerinde memurların giydiği tarzda pantolon ceket. Yanı sıra koşturuyorum. Bir fotoğraftan bunlar.
Dedem…
Senin o zamanlar 124 yaşında olduğunu ben çok sonraları idrak ettim. Biz toprak ve briketten yapılmış iki odalı evin büyük salonunda koşturup oynarken sen bilmediğimiz bir dilde yayın yapan televizyon kanalını izlerdin. Vefatından yıllar sonra babaannem seni anlatırken şu cümleleri kurmuştu.
“Kapının önündeki taşa oturur. Yoldan gelip geçenleri evde yemek var mıdır yok mudur bakmadan yemeğe davet ederdi. Yüz elli yaşlarındaki arkadaşıyla her sabah o taşın önünde merasim yapar gibi selamlaşırlardı. Gönlü geniş bir adamdı. Aramızda çok yaş farkı olmasına rağmen elli, altmış yıl evli kaldık. Onu özlüyorum.”
Doksan üç harbinde Erivan’dan Türkiye’ye kaçarken bütün ailesini kaybetmiş. Eşini çocuğunu bulamamış. Dayısının oğlu ile sınırdan geçerken tek akrabasının da trajik ölümüne şahit olmuş. Ve bütün bu yıllara yollara rağmen kendisine yeni baştan bir hayat kurmuş. Evlatlar yetiştirmiş. Onları okutmak için varını yoğunu yollarına sermiş. Ölümü bile yüz yirmi dört yaşında ayakta karşılamış. Koca bir çınar gibi hayata köklerini bırakarak veda etmiştir.
Seninle daha çok vakit geçirebilseydim. En azından anılarını anlatırken duyduğun heyecanı gözlerinde daha uzun görebilseydim.
Tarihi okumak yahut dinlemek…
İnsanların yaşamlarını sürdürdükleri mekanların manzarasına, duvarına, camına yahut musluğuna, giydikleri kıyafetlerin kesimine, dikimine ya da markasına takılı kalmaması bunlardan sıyrılması gerek. Hayatı hayat yapan şey aldığın nefes değil o nefesi paylaştığın canlar yahut cananlardır.
Yaşamdaki diğer canlıları hor ve hakir gören onları değersizleştiren bir kedi, bir kuş o da ne diye düşünen kişilerden kaçmak gerek. Bilgi sahibi olmadan fikir üreten insanlardan da… Merhametin zerresinin var olmadığı insanlardan da… Çirkinden güzele giden, güzelde bir mana bulan, o manada da yaşamın musikisine ulaşan insanlara gitmek gerek. Yazmak gerek.”
Rahmetle Ekber dede. Toprağın bol olsun.
Sevgi, dostluk ve umutla.
Bakmadan Geçme





