Düşünelim

Gözlerini açtığı yuvada her şeyi öğrenmeye başlar çocuk. Aile ortamı ve orada yaşanılanlar önemlidir o yüzden....

Gözlerini açtığı yuvada her şeyi öğrenmeye başlar çocuk. Aile ortamı ve orada yaşanılanlar önemlidir o yüzden. İlk eğitimini orada almaya başlar. Dünyaya ve hayata dair ilk ve en önemli intibalar orada edinilir ve ilk kazanımlar da oradan sağlanır. O yüzden ilk çocukluk yılları çok önemlidir. Hani özgüven, saygı, paylaşma, diğerkamlık gibi hayatın içinde önemli yere sahip olan değerler, bu dönemde yaşanılan ortamda kazanılır. Çocuk, gördüğüyle amel eder ileriki yaşlarında. İlk öğrenme, ilk gözlemleme ve bilgilenme bu yaşlarda edinilir. O yüzden bu dönemler, çok hassas ve tabi ki kalıcı etkiye sahip insan hayatı üzerinde.

Ben, kalabalık bir aile ortamında büyüdüm. Yaz döneminde amcamlarla beraber sürerdi hayat. Küçük büyük herkesin yapabileceği işler vardı ve hepimiz, elimizden geldiğince bu işleri yapardık. Koca bahçenin bakımı, yetişen meyve ve sebzelerin değerlendirilmesi konusunda hepimizin üstlenebileceği görevler vardı. Yani küçükten büyüğe herkes, yaşanılan günlük hayatın içinde üzerine düşeni yaparak ailenin bir parçası olduğunu hissediyordu. Yaşam birlikte akıyordu. Hepimiz, işin bir ucundan tutmak zorundaydık. Elbette bu, birlikte iş yapabilme becerisinin gelişmesine, bir takımın parçası olabilme ve sorumluluklarını yerine getirme yetisinin oluşmasına katkıda bulunuyordu. İşi başkalarından beklemeyip, bir ucundan tutup katkıda bulunmak gerektiği anlayışının oluşmasını da sağlıyordu. Üstelik yaptıklarımız, sadece kendi ailemizle sınırlı kalmayıp konu komşunun işine de gerektiğinde katkı sağlama şeklindeydi. Dayanışma, toplumun diğer bireylerinin durumunu takip edebilme ve onlara da destek olma yetisini kazandırma açsından önemli bir durumdu bu. Zannediyorum -küçük yerlerde yaşayan- bizim nesil bu anlayışla yaşadı, büyüdü ve yetişti.

Şehirleşmenin hızlanması, iş hayatının sosyal dengeleri değiştirmesi ile birlikte yaşam tarzları da büyük ölçüde değişti. Aileler gittikçe daralırken aile içi paylaşımlar ve iş bölüm anlayışı da değişime uğradı. “Aman çocuklar ezilmesin, daha küçük, daha yapamaz, büyüyünce yapsın, bir yerine zarar verir” gibi düşüncelerle çocuklar, aile içinde iş yapamaz konuma getirildi. Böylece her alanda her şeyi başkalarından bekleyen, sorumluluklarının farkında olmayan, bencil ruhlu, sadece kendini düşünen ve kendinin her şeyi hak ettiğini ve ailesinin bunları yapmak zorunda olduğu anlayışıyla yaşayan bireyler oldu o çocuklar. Yani Erdal Atabek’in dediği gibi “Çocuklarımızı hayatımıza değil, refahımıza ortak ediyoruz” artık.Sonra da dönüp “Bu çocuklar niye böyle, biz hiç böyle değildik” diyoruz. Oturup bir düşünmek lazım.

Çocuk; hata yapabileceğini, hatalarından özür dileyebileceği ve yaptıklarının neticesini üstlenmesi gerektiğini de ilk önce ailede öğreniyor. Tabi ki yaşadıklarından ve gözlemlediklerinden. İlk öğrenmeler, taklitle başlıyor ve yerleşince de kolay kolay değişmiyor. Bu yüzden biz yetişkinler yaptıklarımızdan sorumluyuz, yapmadıklarımızdan da. Şekillendirdiğimiz diğer hayatların farkında olup biraz daha itinalı davranmak gerek diye düşünüyorum. Ne dersiniz?

bir küçücük düşünce

dilden dile dolaşır

söze dönüşünce

bir küçücük düşünce

ömre şekil verir

gönle düşünce

bir küçücük düşünce

hayatı zorlaştırır

anlamından düşünce…

Bakmadan Geçme