Dolly olmayın, dolu olun
Bir varmış, bir yokmuş. Dolly isimli bir koyun, her gün 'Gençlik' isimli sürüye katılarak otlamaya gidermiş....
Bir varmış, bir yokmuş.
Dolly isimli bir koyun, her gün ‘Gençlik’ isimli sürüye katılarak otlamaya gidermiş. Gençlik sürüsünün çobanı, her gün aynı saatte aynı yerde otlatmaya götürürmüş Dolly ve arkadaşlarını. Dolly, sürüyle beraber yürüdüğü yolda her gün o kadar güzel manzaralarla karşılaşırmış ki içinden, ”Keşke buralarda kalabilsem, koşup oynayabilsem. Ağaçlarla, kuşlarla kalıp konuşabilsem” diye geçirirmiş. Dolly, anne ve babasına tüm yıl boyunca sürüden ayrılmayacağına çobanı nereyi gösterirse orada otlayacağına söz verdiğinden düşüncelerinden sıyrılmak adına bir süre sonra harika manzaralı yolda ilerlerken gözlerini kapatır olmuş. İçinde hiç mutlu olmadığı sürüden birkaç arkadaşının da manzaraya hayran hayran baktığını görünce arkadaşlarıyla konuşmaya karar vermiş. Bir gün yine aynı yerde aynı saatte otlamaya gittikleri sırada gizlice manzaraya hayranlıkla baktıklarını gördüğü arkadaşlarının yanına gitmiş. ”Yarın yoldan çıkalım. Kır çiçeklerinin, çınar ağaçlarının, yemyeşil otların olduğu yerde oynayalım. Hemen döneriz. Çoban da olmadığımızı fark etmez” demiş. Arkadaşları sürüden ayrılmaktan korksa da manzarayı görmek, ağaçlarla, kuşlarla oynamak adına kabul etmiş Dolly’nin teklifini. Diğer gün anne ve babasından ayrılan Dolly ile gençlik sürüsü, aynı yerde aynı saatte yeniden buluşmuş. Dolly ile arkadaşları, sürünün en arkasında yavaş yavaş yürüyor kavuşacakları manzaranın güzelliklerini düşündükçe ağızları kulaklarına varıyormuş. Çobanın görüş açısından çıktıklarını fark ettikleri anda Dolly ile arkadaşları, her gün geçtikleri ama bir türlü içinde oynayıp otlanamadıkları o güzel manzaraya doğru koşmaya başlamış.
***
Hikayemizin baş kahramanı Dolly, gerçek hayatta hepimizin bildiği klonlanması ile meşhur koyun. Bugünün dünyasında hepimiz, Dolly’e benziyoruz aslında. Parmak izimize kadar bambaşka olduğumuz gezegende düşüncelerimiz, hareketlerimiz tıpkısının aynısı gibi. Sürü içinde bambaşka manzaralara hayranlık duyduğumuz halde birileri tarafından devamlı aynı manzaralara ilgi duymaya zorlanıyoruz. İlgi duymaya zorlandığımız gibi hayranı olduğumuz manzaraları görmek istediğimizde de içinde bulunduğumuz gruptan, kitleden, toplumdan anında dışlanıyoruz. Yüz binlercemiz; bir grubun, kitlenin, toplumun üyesi olabilmek adına sevdiği manzaralara gözlerini kapatmak zorunda kalıyor. Ve neticede fabrika üretimi düşünceler ile fikirler çıkıyor ortaya. Cumhuriyeti bir kuşun minik bedenine benzetme düşüncesi, fabrika üretimidir mesela. Senelerdir bu teşbih üzerine yazılır bütün kompozisyonlar. Bu fabrika üretimi düşüncede minik kuşa benzetilen cumhuriyet, ya bir insanın avucundadır ya da demir kaplı bir kafesin içindedir. Nitekim yazarımız, kaç yaşında olursa olsun cumhuriyeti simgeleyen kuşu ya avucundan ya da demir kafesinden dışarı bırakıp göklere salıverir.
Yazmak, muhteşem bir yetenek ve müthiş bir zeka göstergesidir ancak fabrika üretimi fikirler yazarı aynılaştırmaktan bir adım öteye götürmez. Ve böylece anlatılmak istenen düşünce de fikriyle beraber sıradanlaşır.
***
Geçtiğimiz gün
Ödemişli miniklere, ”Cumhuriyet’in kaçıncı yılını kutluyoruz, Cumhuriyet ne zaman kuruldu?” dedik. Cevaplar, tahmin ettiğimizden çok daha kötüydü. Cumhuriyetimizin 36. yılını kutluyorduk bazılarına göre. Bazıları içinse Türkiye Cumhuriyeti, 21 Ekim 1921’de kurulmuştu. Cumhuriyet, miniklerin kafasını karıştırmış belli. Çoğu, soru karşısında gülmekten kendini alamadılar. Soruyu sorduğumuz anda gülmeye başlayan miniklerimiz, mimikleriyle bu konu hakkında fikirleri olmadığını kahkaha atarak anlattı bize. Ancak onları suçlamayı yersiz buluyorum ben. Okula neden gitmesi gerektiğini dahi sorgulamayan çocukların nesli çünkü bu. Dış görünüşü o biçim, içi bomboş ‘Gençlik’ sürüsü… Çünkü bu çocuklara dayatılan eğitimde sorgulamak yasak. Bir çocuğun, öğretmeninin fikirleriyle çatışması ise disiplin suçu. Derste yaz, yaz, yaz… Sınavda ezberle, ezberle, ezberle. Anlamaya, anlamlandırmaya vakit kalmaz tabii. Nitekim çocuklar bilmediğinden değil, ezberlediğinden bu haldeler. Biz, sokak röportajını 28 Ekim günü yaptık. Saat 13.00’te okullar tatil olduktan hemen sonra öğrencileri yolda yakalamak adına sokağa attık kendimizi. Cevapların bazılarını duydunuz. 28 Ekim tarihinde yarını düşünmeden, konuşmadan, sorgulamadan okul zili çalmıştı. Çocukların cevaplarından belliydi.
***
Aileler,
Çocuklarınıza, ”Doktor ol”, ”Mühendis ol”, ”Avukat ol” gibi sanayi üretimi fikirlerinizi dayattıkça yavrularınız, koyun Dolly olmaktan asla kurtulamayacak. Onunla en güzel manzaraların tadını birlikte çıkarmalısınız. Çocuğunuz; doktor, mühendis, avukat, mimar, öğretmen, savcı, hâkim… olacak kadar istekli olmayabilir ancak bu onun hayatı boyunca başarısız olacağını göstermez. Biliyorum, ekonomik kaygılarınız sizi bu sanayi üretimi fikirlere zorluyor ancak mutlu olmadığını gördüğünüz evlatlarınız için gelecek dönemde olmalarını zorladığını meslekler adına her gün kendi içinizde ”Keşke zorlamasaydım” diyerek kahrolacaksınız. ”Benim çocuğum insan olsun. O bana yeter” mantığı da bu devirde sökmüyor ne yazık ki. Çocuklarımız, en önce merhametli olmalı. İçinde sevgi beslemeli. Ufacık şeylerden mutlu olmayı becerebildiği gibi o ufacık şeylerden kocaman gemiler yürütebilme mantığına da sahip olabilmeli. Düştüğünde size sarılmak yerine kendine sarılmalı çocuğunuz. Kişisel gelişimine sunduğu katkılarla beraber mesleki kararlarını da kendi alabilmeli. Hasbelkader karşılaştıracak olursak doktorluğa karşın babasının mesleğini yürütmeyi seçerse bir gün eğer, işini en güzel şekilde yapmayı hedeflemeli.
Çocuğunuz, bir gün hangi mesleğe sahip olursa olsun işinin en doğrusunu yapmayı sindirmeli içine. Bu duygu ve düşüncelere sahip insanların hayatta başarısız olma şansı yok. Hayat hikayeleri filmlere, dizilere, kitaplara konu olmuş nice güzel insanın yaşadığı zorluklar, yukarıdaki tezimi de kanıtlar niteliktedir diye düşünüyorum. Aile olarak yapabileceğinizin en güzelini evladınıza sağlayabilmek adına ona vermeniz gereken tek bir güç var: Cesaret bilekliğini çocuklarınızın bileğinden eksik etmeyin.
***
Öğretmenler,
Siz, gelecek için en değerli varlıklarsınız. Meşalenizin ateşini ne kadar fitilleyeceğiniz sizin ellerinizde. Her biriniz istiridye, öğrencileriniz içinizdeki inci taneleri misali… Siz o inciyi ne kadar parlatırsanız geleceğin yolunda yürümek de o çocuklar için o kadar kolay olacaktır. Eğitim sistemi ve elinizdeki imkansızlıklar nedeniyle inci taneleriniz, ezberci bir yaklaşımla eğitim hayatlarını sürdürmekte. Üstelik okulda aldıkları eğitimi de dışarıdaki hayatlarına uygulamaya çalışıp ezber bir yaşam sürüyorlar. Ezberlemek kolay ve en önemlisi zihinde fazla yer tutmuyor.
Ezberlemek; anlamlandırmaktan öyle uzak ki. Çocuklara Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, yıllardır ezberletilmeye çalışılır. Bu, benim çocukluğumda da böyleydi. Oysa anlamlandırmaya çalışmak, bambaşka bir durum. “Atatürk, burada ne anlatmak istiyor?”, “Gençlere emanet ettiği aslında ne?” soruları bu bakış açısına göre düşünülürse hiçe sayılıyor. Cumhuriyet, eskiden Vikipedi’den araştırdığımız bir kelimeydi, şimdilerde onu bile yapamıyoruz ama çoğu çocuk, cumhuriyetin ne anlam içerdiğini kendi kelimeleri ile dışa aktaramıyor. Çocukların kişisel yetenekleri, farklılıkları ve içsel hedefleri ne yazık ki kimsenin ilgi alanı değil. Öğretmenler, tiyatroyu sokabilmeli eğitime. Ve dahası, anlatılacak olanı olduğu gibi vermenin nice yolu var. Bir şarkı, bir şiir, bir ses, ufacık bir görüntü, bir renk ya da sıra dışı bir şeydir şimdiki çocukların ilgisini çeken. Bunu başaran her öğretmen, alnı öpülesidir benim gözümde. Bunu başarabilmektir eğitimci olabilmek.
***
Dolly, bendini aşıp bakmaya korktuğu o güzel manzaraya koştuğunda ne hissetti, ne yaşadı ve sonrasında neler oldu sizin hayal gücünüze bırakıyorum ve şunu söylüyorum: Kimse size dışarıdan baktığında bir başkasına benzetmemeli. Ne yazık ki yaşadığımız sistem içinde dış görünüşümüz dolayısıyla bir başkasına çokça kez kendi isteğimizle benzemek istiyoruz. Ancak fikirlerimiz ve düşüncelerimiz, bir başkasının fikirleri ve düşünceleri olmamalı.
Yaşadığımız coğrafya, kaderimizse eğer kaderimizi değiştirebilmek adına çalışmalıyız. Bu toplum için işe yaramak istiyorsak geçmişimizle geleceğimizi bütünleştirebilmeliyiz. Yoksa söylenen her şeye inanacak ve hayatımız boyunca bir başkasının duyup bize anlattıklarıyla ‘bizim fikrimiz gibi’ konuşmaya mahkum kalacağız. Mahkumiyetimiz, başkaları tarafından görüldüğünde ise küçük düşeceğiz. Aynaya baktığımızda kendimize bile yalan söyleyeceğiz ve nitekim içimizin en derinlerindeki ses, hayatımız boyunca kalbimizi kemirecek, kemirecek, kemirecek. Dolly, bilimsel bir projeydi. Biz, kimsenin projesi değiliz. Sürüden ayrılmaktan da asla korkmayın. Bendinizi aşıp bakmaya korktuğunuz o manzaraya koşarken; fikriniz, aktarım biçiminiz, özgüveniniz ve birikimleriniz sizin koruyucu kalkanınız olacaktır.
Gençler, sizi seviyorum. Siz de kendinizi sevin olur mu? Kendinize yazık etmeyin.
Güzel kalpli miniklerime sevgilerimle…