Dine karşı din
Sevgili okurum, bugünkü yazımı ‘Fazlasıyla Şerbetlendik’ başlıklı yazımı okuyarak değerlendirirseniz yazıdaki muradımı daha iyi anlatmış olabilirim....
Sevgili okurum, bugünkü yazımı ‘Fazlasıyla Şerbetlendik’ başlıklı yazımı okuyarak değerlendirirseniz yazıdaki muradımı daha iyi anlatmış olabilirim. Bu hatırlatmayı yapma gereği duydum çünkü bu yazı bir birikim tecrübe ve pek çok toplantı ve konferans sonrası kaleme alınmıştır.
İstanbul, İzmir ve Ankara’da Kuran-ı Kerim Halkaları toplantılarına katıldım. Kuran-ı Kerim’den rahatsız olan tarikat ve mezhep ehli kişilerin olduğuna tanık oldum. Ülkemizi, devlet yapılanmamızı ileride FETÖ gibi ayrı bir tehlike bekliyor, sinyalleri de çalıyor, belirtmek istedim. Hiç şüphesiz düşünen her bireyin üzerine bir borçtur bu açıklamada bulunmak.
“Vahyin penceresinden bakalım” diyerek oluşturdukları Kuran-ı Kerim Halkaları, Mustafa İslamoğlu’nun öncülüğünde başlatılan bir İslami harekettir. Kuran-ı Kerim merkezlidir. İslamiyet hakkında ne öne sürülüyor ise bu öne sürülen fikir, hadis, bilgi, mezhep, siyasi oluşum, ne aklınıza geliyorsa hepsinin tek ölçütü olarak Kuran-ı Kerim’in ayetlerini esas almaktadır. Hal böyle olunca kimileri bunun içinde siyaset, tarikat, mezhep, farklı ideoloji ve din mensupları Mustafa İslamoğlu’na inanılmaz şekilde cephe almış durumdalar.
Bir Müslüman düşünün ki Kuran-ı Kerim ayetlerinden rahatsızlık duysun. Öylesine rahatsızlık duyuluyor ki şöyle deme gereği duyuluyor. “Nereden çıktı şimdi bu Kuran-ı Kerim Müslümanlığı?”
Ilımlı İslam projesinin zeminini hazırlayan Said-i Kürdi ile onun sadık öğrencisi M. Fethullah Gülen, ne diyordu: “Kuran-ı Kerim mi? Siz onu anlayamazsınız, bizim yazdığımız kitapları okuyun yeter. Sakın ola ki farklı kitap okumayın!” Dolaylı anlatımı şu: “Aman haaa sakın ola ki Kuran-ı Kerim’i anlayarak okumayın!”
Peki onlar öyle diyor da tarikat ve mezhep ehlinin büyük bir çoğunluğu farklı mı düşünüyor? Samimiyetimle cevaplayayım. Adıyaman ve Mardin illerinde senelerce kaldım. Oradaki tarikat yapılanmasını bizzat tetkik etmiş bir kardeşiniz olarak şu gerçeği su gibi net söyleyebilirim: Pek çok şeyh, şıh ve tövbe vererek el verdiği kişilerin İslamiyet’in kutsal kitabı Kuran-ı Kerim ile uzaktan yakından ilgileri yok.
Mustafa İslamoğlu, Akabe Vakfı’nın kurucusudur. Vakıf, hemen her yerde Kuran-ı Kerim merkezli bir hayatın yeniden inşası için elinden geleni yapan Müslüman hanımların ve beylerin gayreti ile hizmet vermek için çabalıyor. Çabalıyor diyorum çünkü öylesine engellemeler ile karşılaşmaktadırlar ki ister istemez soruyoruz bu ülkenin yüzde doksan dokuzu Müslüman değil mi? Sözde Müslümanız, öte yandan Müslümanlığın adı kalmış durumda!
Katıldığım toplantılarda aldığım notlar ve Mustafa İslamoğlu’nun siyaseten de yasaklanması karşısında ‘Dine karşı Din’ başlıklı bu yazıyı yazma gereği duydum. Bu yazımın çıkış noktası, sosyolog ve din ilimleri üzerinde kafa yoran bir düşünce adamı Ali Şeriati’dir. Ali Şeriati, CIA tarafından 1977 yılında öldürülmüştür. Son nefesine kadar İslamiyet’in karşısında var edilmek istenen tarikatçıların, mezhepçilerin dinleri olduğunu haykırdı. Ziyadesiyle eser bıraktı. En önem verdiğim eseri Dine Karşı Din kitabını defaatle okudum. “O günden bugüne ne değişmiş ki?” diye düşünüyorum da üzülmeden verilecek olumlu bir cevap bulamıyorum.
İslamiyet ne çektiyse deistler dediğimiz dinsizler ile ateist dediğimiz Tanrısızlardan çekmedi. “Ya kimden çekti?” diyorsanız “Allah” diyerek yola çıkan, farklı dini inançları olup da bunu İslamiyet diye açıklayıp kendince nemalananlardan ıstırap duydu, duymaya da devam ediyor.
Bu topraklarda, bu vatan coğrafyasında 15 Temmuz gibi bir darbe girişiminin arka planında “Dine karşı din” diyerek örgütlenenlerin, işbirlikçilerin devlete sızma girişimlerini yakinen gördük. “Darbe bastırabilirdi, şöyle olsaydı, böyle olsaydı” diye çıkarımlarda bulunabiliriz lakin bu yazının asıl konusu bu olmadığı için detaya girmek istemedim.
Burada belirtmek istediğim, ülkem insanlarının Allah ile aldatılmasıdır. “Her ‘Allah’ diyene, her ‘Müslümanım’ diyene itibar edecek miyiz?” sorusunu dikkatle sormak ve yine aynı itina ile cevaplamak zorundayız. Yıllarca bu konuyu parti meselesi haline getirdiler, algı operasyonu yaparak siyasileştirdiler.
Kimileri “Ya hep” dedi, kimileri “Ya hiç” dedi. Yani kimi itibar etmedi, elinin tersiyle bu konuları hiç konuşturmadı. Kimi de bu konuları kendi ideolojisi ile harmanlayıp çıkarına kullandı. Kimler mi bunlar? Biri hükümet, diğeri ana muhalefet partileri!
İfrat ve tefrit; iki aşırı uç arasında bu millet sağ-sol ekseninde gelgitlerde hırpalandı. Geçenlerde Diyanet İşleri’nden ne açıklama geldi: “İnsanların eğitimi arttıkça İslamiyet’ten uzaklaşıyor.”
İfrat ve tefrit, işte bizi bu hale getirdi. Peki “Dindarlığı cahilliğe mi indirgeyelim? Televizyonda din adına konuşanlar, Kuran-ı Kerim’den tek bir ayet vererek açıklamalarını belgelendirebiliyor mu?” sorusunu da Diyanet İşleri Başkanlığı’na soralım. Dayanak olarak, tek çare olarak siyasi güce yaslanıp İslamiyet’e, Kuran-ı Kerim’e zıt fetvalar vererek insanları İslamiyet’e mi ısındıracağız?
Sorular uzar gider…
Kuran-ı Kerim -Yunus Suresi 100. Ayet: “Akıl etmeyenler, sorgulamayanlar er geç pisliğe bulaşır…”
Kuran-ı Kerim ile Kuran-ı Kerim’den beslendiklerini öne sürerek öne çıkan tarikat-mezhep oluşumları ve tasavvuf anlayışları, zaman içinde kendilerini din gibi ilan edip İslamiyet’in özünden ve İslamiyet’in kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’den uzaklaşmışlardır.