Dindar mı yoksa kindar mı?
“Kini olanın yoktur dini” (Yunus Emre) Eski zaman beylerinin, eski zaman hatunlarının yaşam kaliteleri, soluk aldıkları...
“Kini olanın yoktur dini” (Yunus Emre)
Eski zaman beylerinin, eski zaman hatunlarının yaşam kaliteleri, soluk aldıkları şehirlerden bile belli oluyor. ‘Ah Güzel İstanbul’, eski Türk filmlerinden en beğendiklerim arasında olup yakın zaman önce tekrar izledim. Ah ki ne ah!
Sadri Alışık ve Ayla Algan’ın başrollerini paylaştığı filmin başlangıç kısmında Bimen Şen’in bestelemiş olduğu ‘Al Sazını Sen Sevdiceğim’ şarkısıyla bir zamanların İstanbul’una ışınlandığımı hissettim. Eski İstanbul’un muazzam görüntüleriyle baş başa bırakan filmi eski İstanbul manzaraları ve eşsiz musiki için kim bilir kaç defa izlemişimdir. Bir şehrin öğrettiklerini düşünürken aslında günümüzün sorunlarını da ister istemez sorguluyorum. Nereden nerelere…
Yüksek insani değerler ve güzel sanatların her biri ile daha anlamlı olan mekanların dili olsa da konuşsa sanırım onlar da aynı duygudaşlığı haykırırlardı. Eh, ne demişti Cumhurbaşkanı; “Biz, İstanbul’a ihanet ettik.”
İtiraf edebilmek bile değerli lakin ibret almak koşuluyla… Oysa gündem yine karışık.
Şehr-i İstanbul, bir medeniyetler diyarı…
İstanbul, belediye seçimlerinden bu yana daha bir gözde oldu. Sıkıntılı zamanlarda el birliği ile dayanışma içinde olmak adına çırpınmak da bir dindarlıktır. Ekrem İmamoğlu, Tunç Soyer ve Mansur Yavaş’ın gayretleri, siyasi kutuplaşmaların hedefi haline getiriliyor. İster istemez sazımızı elimize almak, notalar eşliğinde haykırmak istiyoruz “Bu kadar da olmazzzz” diyerek… “Nedir olmaz olan?” mı diyorsun?
Koronavirüs -Kovid 19- nedeniyle yardım kampanyası düzenleyen Ekrem İmamoğlu hedef haline getirilirken bahsetmiş olduğum diğer belediye başkanları da bundan nasibini aldılar. Toplanan yardımların dağıtılmasına izin verilmiyor. Kısacası partizanlık yapılıyor. Tasavvuf diliyle anlatacak olursak kindarlık, ete kemiğe bürünmüş durumdadır.
Böylesi bir kin, her şeyden önce hepimize zarar verir. Bir taraftan “Zaman kardeşlik zamanı olmalı” diye nutuk atacaksınız, “Dindar nesiller yetiştireceğiz” diyeceksiniz; öte yandan mitomani hastası gibi ortalıkta dolaşacaksınız. “Aaaaa kral çıplak” diye açık yürekli konuşmak için çocuk mu olmak gerekiyor?
Anlıyorum. Birbirimize bayılmak zorunda değiliz ama aynı geminin içinde suya batmamak adına birbirimize daha saygıyla el uzatmak zorundayız. İnanın, Elazığ depreminde tatiline ara vermeyerek kayak merkezinden kameralara poz atan Ekrem İmamoğlu’nun karnesindeki hal ve gidişe kırık not vermiştim. Biliyorsunuz sevgili okurum, bende kayırmaca yok. Doğru gördüğüme doğru, yanlışa yanlış derken herhangi bir parti tarafında bulunmuyorum.
Gözümden bir parça düşürdüğüm Ekrem İmamoğlu’nu tarihi şehre olan hizmetleri bakımından da kutluyorum. Dediğim gibi bir siyasetçinin her davranışını beğenmek, her politikasını alkışlamak zorunda değiliz. İyi ve doğru yapılan hizmetleri yine milletimizin yarınları için desteklemek gerektiğine inananlardanım. Şakşakçılık dediğimiz yalakalık ve kindarlık dediğimiz yuhalamacılık, dindar nesil yetiştirmek isteyenlere yakışıyor mu?
Hükümetin partisinden değilseniz belediyenizin maske bile dağıtmasına izin verilmiyor. Bu trajikomik durum, ister istemez “Dindar mı yoksa kindar mıyız?” sorusunu gündeme taşıyor. “Kini olanın dini olamaz” diyen derviş Yunus Emre, ne güzel anlatmış tek cümleyle bugün hissettiklerimizi tam yedi asır önce!
İlk günden bu yana samimi ve içten yaklaşımı ile siyasi kimlikten uzak, hepimizin doktoru ve sağlık bakanı olma yönünde hareket eden Fahrettin Koca’nın huzur veren tutumuna, sımsıcacık babacan tavrına, partici olmadan yapmaya çalıştığı hizmetlere bayılıyorum ve kendisini takdir ile takip ediyorum.
Belediyelere uygulanan yanlış tavırlar konusunda Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın sözlerini de aynı zamanda çok yerinde doğru söylenmiş sözler olarak görüyorum. Ne demişti: “Siyasi görüş ayrılıklarını, parti mensubiyetlerini bir kenara bırakarak hepimizin bu iş birliğine ve eş güdüme odaklanması gerekiyor. Güzel örnekleri de var. Belediye başkanlarımız çok güzel işler yaptılar, yapmaya devam ediyorlar.” (12 Nisan)
Tarihte bir benzeri görülmeyen çok ilginç zamanlardan geçiyoruz. Böylesi zor demlerde bir anlamda insanlığımızın da imtihan edildiğini düşünüyorum. Makamların, unvanların, partizanlıkların bir anda sıfırlandığı hayret verici manzaralara çok değil, daha geçen hafta tanık olmuştuk. Marketlere hücum etmiş, günlerce aç susuz kalacağımızın korkusuna kapılmıştık. Acizlikte eşitlendiğimiz, hiçbirimizin diğerine üstün olmadığının farkına vardığımız o anlar hafızalara kazındı. Bu sahneler tekrar konuşulduğunda kimileri alay etmekten çekinmedi. Bu millet ne ağır lafları hazmetti de acaba bu manzaralara sebep olanlar, yanlış politikalarını hazmedebilecekler mi?
Hükümetin politikalarını kritik etmek yani muhalefet olmanın hakkını layık bir şekilde temsil edemeyenler de suçu hep birilerinde aramaktan ne zaman kurtulacak, hakkıyla muhalefet partisi olabilecek toplumun değerleriyle samimice kucaklaşabilecekler?
Kamil manada dindar olamasak da en azından kindar olmamak adına gayretimiz olabilecek mi diye sorular beynime üşüşürken bendeniz yine Ah Güzel İstanbul diye iç geçirmelerdenim. İstanbul hanımefendileri ile İstanbul beyefendilerinin bize emanet bıraktıkları İstanbul, başkent olmasa da bu ülkenin kalbi olmaya devam edecek. Genel gidişatları hep can damarları ele verir. “Al sazını” diyen bestekar misali naçizane bağlamamı alıyorum elime. Sığınalım sazın tellerine…
Ve…
Her halükarda koruyalım kalbi, can damarını kindar olmamak adına…
Bakmadan Geçme





