Dersler…
Önceki pazartesi gününden bu yana Kaymakçı'daki okul müdürü cinayeti ile ilgili dört yazı yazdım. Bu yazıların...
Önceki pazartesi gününden bu yana Kaymakçı’daki okul müdürü cinayeti ile ilgili dört yazı yazdım. Bu yazıların bir kısmı duygusallıktan, bir kısmı da yazılması gerektiğine inanmamdan dolayı idi. Duygusal yönü, öldürülen Ayhan Kökmen’in mesai arkadaşımız olmasında ve olayın benim de mezun olduğum, sonradan liseye çevrilen eski Kaymakçı Ortaokulu’nda gerçekleşmesinde idi.
20 yıldır bu gazetede yazılar yazıyorum. Hiçbir olayın ardından ardı ardına dört yazı yazmadım. Bu da beşincisi. Kabul edilmelidir ki yazmak, benim boynumun borcu idi.
Zaman geçtikçe ilk günler bizim için bir bilmece olan cinayetin üstündeki perde aralanmaya başladı. “Kim yapmış, neden yapmış, nasıl yapmış, sonra kim ne demiş?” gibi sorular, herkes tarafından merak edildi.
Elbette ki bizim işimiz, emniyet ya da adli makamların işine karışmak, onları yönlendirmek değildir. Yapılacak soruşturma sonucunda kimin ne kadar suçlu olduğu anlaşılacak ve mahkeme, hak edene hak ettiği cezayı verecektir.
Fakat bu olaydan bazı dersler çıkarmamız gerekiyor ki toplum olarak bundan sonra benzeri durumlarda ne yapmamız gerektiğini bilelim.
Bana göre bu olay, basit bir eğitim meselesi sonucunda ortaya çıkmamıştır. Bu açıdan bakıldığımda sadece eğitim sistemi ile ilgili eksik ya da fazlalık arama yanlışlığına düşmememiz gerekiyor.
Evet, 17 yaşındaki bir gençten katil üreten bir sistemi tartışmamız gerekiyor ama işin adli yönlerini de ihmal etmememiz gerekiyor ki bu olayda önemli.
Ben, hem öldürülen arkadaşım Ayhan Kökmen’in ailesi ile hem de doğup büyüdüğüm beldede oturan tetiği çeken zanlının anne babası ile görüştüm. Öyle söylendiği gibi okulda ön tartışma falan yoktu ve olay cuma namazı dönüşü okul içinde 20 saniye içinde olup bitmişti.
Bu yazıda bir yargı da paylaşacak değilim ama adli açıdan azmettirme ve toplumsal yara açısından uyuşturucu kullanımı üstünde durulması gerektiğine inanıyorum. Özellikle uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması ile. Sanıyorum emniyet güçleri de olayın bu yönüyle ilgileniyorlardır. Nereden temin ettiler, bağımlılar mı vs.
Olayın başka bir yönü de gösterilmesi gereken tepki kısmıdır.
Okul müdürünün makamında bir öğrenci tarafından öldürülmesine toplum ve onun örgütlü kesimleri tarafından kuvvetli bir şekilde tepki verilmesi gerekiyordu. Bence özellikle eğitim örgütlerinin yani sendikaların Ödemiş’ten güçlü bir mesaj vermeleri gerekiyordu. Bu da ancak pazartesi günü olabilirdi.
Olay, tüm Türkiye’deki eğitim camiasında doğal olarak tepki ile karşılandı. Yurdun birçok bölgesinde basın açıklamaları yapılarak konuyla ilgili değerlendirmeler yapıldı. ‘Şiddete hayır’ mesajları verildi.
Fakat en güçlü tepkinin Ödemiş’ten verilmesi gerekiyordu. Bence sendika genel başkanları, Ödemiş’e gelip gençlerin içine düştükleri bunalım, ailelerin ilgisizliği ve takipsizliği, bireysel silahlanma ve eğitim sistemimizdeki aksayan yönlerle bağlantılı olarak özet bir açıklama yapmalılar ve yetkilileri göreve davet etmeliydiler.
Bu tepkinin en önünde de Ayhan hocamızın da üyesi olduğu ‘yetkili’ ve en kalabalık sendika olmalı idi. Bu sendikanın genel merkez yöneticileri, İzmir’de bir yürüyüş yaptı ama Ödemiş’e gelme zahmetinde bile bulunmadılar. Oysaki en büyük tepki, Ödemiş’ten verilmeli idi. Ayrıca sendikalar, aralarındaki rekabet ortamını bir kenara atıp böyle ortak bir sorunda bir araya gelebileceklerinin mesajını vermeliydi. Bunu sağlayacak olan da ‘yetkili’ sendika idi.
Ödemiş’te akşama doğru yaklaşık 5000 kişinin katıldığı ‘şiddete hayır’ yürüyüşü yapıldı ve güzel bir mesaj da verildi. Ortak tepkiyi örgütleyen ve okunan mesaja imza koyan yerel yöneticileri kutluyorum. Ama diğer yerlerde daha erken gösterilen tepkiler, Ödemiş’ten verilen mesajı baskıladı.
Bu durum, sanıyorum üyeler tarafından değerlendirilecektir.
Gelelim başka bir boyuta.
Basından izlemişsinizdir; geçtiğimiz Ekim ayında Ödemiş’te bir öykü yarışması yapıldı. Yarışmayı düzenleyen arkadaşlarla değerlendirme yaparken bir olgunun altı kalınca çizildi: Öğrencilerin geleceğe ilişkin karamsar ve umutsuz olmaları.
Bu olumsuzluk, yazdıkları öykülerden anlaşılıyordu.
Parçalanmış aileler, evde yaşanan huzursuzluklar, ailelerin ekonomik sıkıntıları… Öte yandan 12 yıllık zorunlu eğitim…
Çocuklar, artık bir araya gelip oynayamıyorlar ve arkadaş olamıyorlar. Bilgisayar ortamında vurmaya, yok etmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik savaş oyunları oynuyorlar. Habire ateş ediyorlar…
Ve öldürme üzerine kurgulanan diziler.
Bu yazım, bu konuyla ilgili şimdilik son olacak…
Bu arada gazetemizin 20 yılı geride kalıyor. Daha kaliteli, daha yerel bir yayın organı için herkese bir görev düşüyor.
Ben, kendimce bu görevimi yerine getirdiğimi düşünüyorum…
Bakmadan Geçme





