Deprem…

Ege'de art arda yaşanan depremler, ister istemez endişeleri arttırıyor. Böyle gelmiş, böyle mi gitmeli? 1828 yılında...

Ege’de art arda yaşanan depremler, ister istemez endişeleri arttırıyor. Böyle gelmiş, böyle mi gitmeli?

1828 yılında İpuwer adında bir Mısırlı tarafından yazılmış bir papirüs bulunur.

Günümüzden 3600 yıl önce yani M.Ö. 1600 yıllarında yazılmış olan bu papirüste yazılanlar, Mısır’daki kıtlık, kuraklık ve felaket dönemini anlatır.

Nehirlerden kan aktığı, suların zehirlendiğini, gökyüzünün kapkara olup büyük yangınlar çıktığını.

Kurbağalar ve çekirgelerin her yeri sardığını, ekinler mahvolduğunu, salgın hastalıkların toplu ölümlere neden olduğunu, Kızıldeniz’in ortadan ikiye ayrıldığını ve Mısır’ın sanki Tanrı’nın gazabına uğradığını yazar…

İpuwer papirüsü, bugün hala Hollanda Leiden Müzesi’nde sergilenmektedir.

İpuwer papirüsünde anlatılanlar, Tevrat ve Kuran’da yazılanlarla hemen hemen aynıydı.

İsrailoğullarının Mısır’dan çıktığı dönemden söz ediyordu.

Kutsal kitaplara göre de İsrailoğulları’na zulüm eden firavunun cezalandırıldığı, Musa Peygamber’in yolunun açılarak kabilesini Mısır’dan çıkarmasının sağlandığı anlatılıyor.

Mısır’ın başına gelenlerin nedeni ilahi güç mü, yoksa bir doğa olayı mı? Cezalandırılan firavun mu, Mısırlılar mı?

Rus bilimadamı Emmenuel Velikovski’ye göre, kutsal kitapların aksine İpurew papirüsünde yazılanlar zincirleme yanardağ patlamalarına ve depremlere bağlanmaktadır.

Velikovski’ye göre Ege’de Girit yakınlarındaki Thera adasında bulunan Santorini volkanı, o tarihlerde patlamıştı.

Nükleer bombadan bin kez daha güçlü olan patlama tam bir kıyametti, Minos uygarlığını batırmıştı.

Ege; büyük depremlerle sarsılmış, adalar batarken yerine yenileri çıkmış, ardından Sina Dağı da patlamıştı.

Tüm Ege, Akdeniz ve Mısır’ın başına gelen felaketin nedeni, volkanlar ve onların yarattığı depremlerdi.

Volkanik küller; Nil Nehri’ni kırmızıya dönüştürmüş, suyun zehirlenmesiyle kurbağalar karaya çıkmıştı. Kurbağalar ölünce sinek ve pirelerin çoğalmasına neden olmuş, çekirgeler ekinleri yok etmiş, salgın hastalıklar baş göstermişti.

Santorini ve Sina’nın külleri, gökyüzünü karartmıştı.

Jeolojik araştırmalar ve arkeolojik bulgular, Velikovski’nin görüşlerini doğrular nitelikteydi.

Ege depremlerinin yanardağ faaliyetine bağlanmaya çalışıldığı günümüzde; deprem uzmanı Prof. Dr. Ahmet Ercan, Bodrum’da yeni bir yanardağ oluşumu olmadığını, 2009 yılında başlattıkları çalışmalar sonucu Türkiye’de Küdür Yanardağı’nı bulduklarını, bu yanardağdan çıkan lavların çok akışkan olması nedeniyle Santorini gibi bir yanardağ bacası oluşturmayacağını, arada bir deniz altında 30 metreye kadar bir püskürme yaptığını, çıkardığı lavın deniz altında kalıp bir ada oluşturmadığını, kısacası çevrede bir yaşam biçimini değiştirmesinin söz konusu olmadığını belirtmiştir.

Felaket tellallığı, bilim ve tarih kullanılarak da yapılabilir. Denizaltındaki Bodrum-Küdür Yanardağı, depremlerin sebebi değildir.

Anadolu’nun ve Ege’nin altına dalan Afrika, Ege ve Anadolu’yu yükseltirken yükselen bölümün göçmesi; Gökova ve Marmaris koyları ile Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz ve Bakırçay çukurlarını oluştururken bu çukurlar boyunca deprem olmaktadır. Bodrum Yanardağı’nın bu depremle ilintisi yoktur. Ama felaket telalığının inanç ve turizmi baltalamak için amaçları olabilir.

Depremler, en basit olarak kızgın magma üzerinde yüzen yer kabuğu levhalarının hareket ederken birbirlerine sürtmesi ve üst üste binişmesiyle biriken enerji patlamalarıdır.

Depremler doğa olaylarıdır.

Prof. Dr. Hasan Sözbilir, Ödemiş yerleşkesinin diri fay açısından İzmir’e göre çok daha güvenli olduğunu, bugüne kadar yapılan çalışmalarda Ödemiş’in içinden veya yakınından geçen herhangi diri bir fayın varlığına rastlanmadığını, en yakın fay hatlarının Tire, Kiraz ve Halıköy fay hatları olduğunu, İzmir, Manisa, Aydın ve Muğla illerinin depremsellik açısından daha riskli bölgeler olduğunu söylemiştir.

Durum kabaca bundan mütevellit iken; “Ülkenin altı oynak, üstünde oynaklıklar olduğu gibi” şeklindeki bakan beyanlarıyla doğa olayları, ne vatan toprağına ne de üzerinde yaşayan ulusumuza siyaseten de olsa hakaretane bir tavır malzemesi edilmemeli, tedbir alınmalıdır.

Belediyeler, yerleşkelerinde deprem fay hattı haritalarını çizdirip gerekli önlemleri bir an evvel almalıdırlar.

Ege’de depremler, felaket tellallığı değil bize başka bir şey anlatıyor. Doğanın dilinden iyi anlamak, bilimin ışığında bunu dilimize çevirmek gerekiyor…

Toplumumuz, ne yazık ki her geçen gün akıl ve bilimden uzaklaşmakta…

Eğitimin her yıl değiştirile değiştirile çökertildiği ülkemizde aksini düşünmek zaten zor.

Ekonominin diplere vurduğu, dış siyasetin tsunami yaşadığı, demokrasi ve parlamenter sistemin derinden sarsıldığı günümüzde Ege kıyılarındaki depremleri, bikiniyle, alkolle, eğlenceyle ve giderek Tanrı’nın gazabına varacak hadsizlikle din ve felaket tellallığı ile açıklamaya kalkmak; bu topluma hakarettir, toplumu bölmek, inançları sömürmek ve korku ülkesi yaratmaya çalışmaktır.

Doğanın dilini öğrenip tedbir almalıyız. Öldüren deprem değil, tedbirsizliktir.

Bakmadan Geçme