“Burası Amerika değil, Anadolu”

Geçtiğimiz günlerde Tire'de 3. satış mağazasını açan Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, hayvancılık sektöründe yem...

Geçtiğimiz günlerde Tire’de 3. satış mağazasını açan Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, hayvancılık sektöründe yem fiyatlarından kaynaklı ciddi sıkıntılar yaşandığına dikkat çekti.

Eskiyörük, Türkiye’de sadece sütte değil tarımda piyasa düzeninin sağlanamadığını ve üreticinin bir litre sütle 800 gram alabilir duruma düştüğünü ifade ederek şunları kaydetti: “Üreticinin bu yem fiyatlarıyla, bu fiyatlarla üretimi sürdürebilmesi mümkün değil. Üreticinin sürdürülebilirliğini sağlamak için dünyada bir parite belirlenmiş. Üretici 1 litre sütte en az 1.5 kilo yem alırken Türkiye’de bu parite, 1.3 kilo yeme denk geliyor. Yani 1 litre sütle 1 kilo yem alabilmesi gerekiyor.

Biz, 2008’de bir facia yaşamıştık. Süt 44 kuruş, yem 58 kuruştu. 1 milyona yakın inek kesildi çaresizlikten. Üreticiyi o zamanlar yıkan, sadece yem fiyatlarıydı. Şimdiye gelindiğinde üzerine akaryakıt, gübre vs. artınca daha tehlikeli bir süreç yaşıyoruz. Süt fiyatları 4.70 TL olarak açıklandığında bizi sevindirmişti ancak daha sabahına yem fiyatlarındaki artışla tekrar yine 0.8’e düştü. Şimdi doların düşmesiyle yemciler biraz fiyatları düşürdüler. Pariteye göre düşmesi gerek. Düşürmezlerse üretim yine tehlikeye girer. İnekler kesilmeye başlar. Tekrar bir kısır döngü yaşanır. Kesildikten sonra süt yetmezliği oluşur. Türkiye, tekrar ithalat yaparak bu açığını gidermeye çalışır ve milli ekonomi büyük zarar görür.

“Üreticinin mağduriyeti giderilmezse…”

Çözüm olarak şu kriz dönemi atlatılıncaya kadar bu aradaki farkın süte destekleme primi olarak verilmesi, en doğru tercih olmalı. Şu an 20 kuruş olan süt destekleme primi, 1.20 TL olarak ödenirse üreticinin maliyeti giderilir. Peki kaynağını bulup üreticinin mağduriyetini gidermezsek ne olur? İnekler kesilince ödenecek olan bu bedelin belki on, belki yirmi katı kadar döviz harcayarak hayvan ithalatı yapmak zorunda kalır Türkiye. Niye kendi çiftçimizin cebine girmesi gerekirken bunu yabancı çiftçilerin cebine gitsin bu kaynaklarımız?

Sayın Cumhurbaşkanımıza da mektup yazdım buna seyirci kalınmaması gerektiği ile ilgili. Bu parite, gerekenin altına düşmemeli. Bakanımız geldiğinde 1.4’e çıkmıştı bu parite ve ben de kendisine teşekkür etmiştim. Şu anda ise en büyük talihsizliği yaşıyoruz. Bu zikzakların en büyük nedeni finans ücreti. Türkiye’de üretimi planlamadan bu istikrarı sağlayabilmemiz mümkün değil. Hangi ürüne ne kadar ihtiyacımız var bunu belirleyecek sistemi kurmamız gerekiyor. Türk üreticisi, hak ettiği kazancı sağlayamadı. Zarara girmediği sene yok aslında ama buna bile dayandı. Bizim çiftçimizi birinci sırada tutmamız gerekiyor. Üreticiyi kurtarmadan tüketiciyi kurtaramayız çünkü. Ülkede tarım gelişmeden hiçbir sektör gelişemez. Biz üreticiyi kurtarırsak tüketiciyi otomatik olarak kurtaracağız. Bunun farkına varsak yeterli olacak.”

Bir inek için 2.5 yıl

Başkan Eskiyörük, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yaşadığımız zorlu günler, inek kesimleri devam ediyor. Önümüzdeki yaz turizm, Türkiye’nin umudu. Turizmden büyük bir beklenti içindeyiz. Böyle devam ederse turizm döneminden önce Türkiye’ye yetecek sütü bulamayız. Onun için bu üretimi kurtarmamız gerekiyor. Üretimi kurtarmak demek, Türkiye’yi kurtarmak demek. Bir ineğin oluşması için tam 2.5 yıl gerekiyor. Bugün siz yeniden düzeltmeye kalksanız bir buzağının inek olması için 2.5 yıl gerekiyor.

“Neden sadece süt konuşuluyor?”

Türkiye’de nedense hep süt konuşuluyor. Ben şimdi bir noktaya değinmek istiyorum ve bilinçsizce bunu eleştirenleri kınıyorum. Bir yıl içerisinde süt üreticisinin girdi maliyetleri yüzde 104 artmışken çiğ süte gelen zam yüzde 68. Yani yüzde 36 zararda demek bu. Raftaki ürünlere gelecek olursak bu ürünlerin maliyeti de yüzde 103 artarken bu ürünlere gelen zam yüzde 42, bu konuşuluyor. Bu maliyetleri bu derece arttıran ambalajı. Ambalaj ürünlerine yüzde 140-160 zam geldi. Bu üretilen sütü sizin sofranıza gelene kadar akaryakıt da etkiliyor, elektrik de etkiliyor. Bir de şöyle bir baksınlar; yüzde 150, yüzde 200 fiyat artışı yaşanan bir sürü temel gıda maddeleri var Türkiye’de. Un, şeker, yağ vs. ürünler. Bunlar konuşulmuyor da en az artış olan süt neden konuşuluyor anlamıyorum. Hiç kimse diğer içecekleri konuşmuyor. Süt, zahmetle üretilen bir ürün. Mesela bunu düşünmüyorlar ancak gazlı içecekler üretim olarak daha kolay olmasına rağmen gelen zamlar hiç konuşulmuyor.

Sütün işlenmesi var, işlendikten sonra bu bayiler kanalıyla aktarılıyor marketlere orada bir pay var. Marketlerin kendi koyduğu bir pay var derken üreticinin cebine giren parayla tüketicinin cebinden çıkan para arasında bir uçurum oluşuyor. Bu farkı daraltmanın yolu ne peki? Türkiye’nin tarımında bugün yapısal sorunlarımız var. Maliyetlerin yüksekliği, gıda güvenliği, üreticinin pazarlama sorunu, üreticilerin büyük bir kısmını oluşturan küçük çiftçimizin teknolojiyle buluşamamasının yarattığı sorunlar, verimlilik sorunları vs. gibi bu tüm sorunların çözümü kooperatifleşmeden geçer. Türkiye’nin yolu bu olmalı.

Tarımı şirketler yapsın zihniyeti

Köylümüze Türkiye’de bir sorun olarak bakarsanız onlar tasfiye olup da tarımı şirketler yapsın zihniyeti, Türkiye’ye dinamit koymaktır. Burası Amerika değil, burası Anadolu. Eğer biz Türkiye’nin her ilçesinde farklı ürünlerde, mesela Karadeniz’de fındıkçı, Malatya’da kayısıcı gibi her üründe bu modeli oluşturabilirsek inanın Türkiye, bırakın kendi kendine yetmeyi, Hollanda’ya kafa tutacak kadar ihracat yapan bir ülke olur.

“Tarımı yaşamak gerekir”

Türkiye’de şu ana kadar hiçbir tarım politikası oluşmadı. Deneyerek bir şeyler yapmaya çalıştıkça kötüye doğru gittik. Türkiye’nin yapısına, bünyesine uygun bir tarım politikası oluşturulmalı. Hükümet değişse de bu politika değişmemeli. Koltukta oturanın ille de çiftçi olması şart değil ancak tarımı yaşayanlarla oturup masaya bilgilendirme yapılmalı. Tarımı kitaptan okuyarak öğrenemezsiniz, yaşamak gerekir.

 

Samime Sarayköy

Bakmadan Geçme