Biz eskiden
Çocukluğumun bir bölümü, Türkmen Mahallesi’nde geçti. Sokağımızda okuma yazma bilmeyen bir genç kız vardı. Zaman zaman...
Çocukluğumun bir bölümü, Türkmen Mahallesi’nde geçti. Sokağımızda okuma yazma bilmeyen bir genç kız vardı. Zaman zaman askerdeki nişanlısına, zaman zaman da Bursa’daki akrabalarına mektup yazdırırdı.
Ablam; kağıt ve kalemi eline alır, onun yamacına otururdu.
“Yaz bakem,
Yazdın mı?
Ne diyorum ben?
Bir oku, bir de hele ne yazdın?”
Sözleri ile sık sık yazma işini böler, yazılanları sanki okuyabiliyormuş gibi dikkatlice inceler, söylediklerinin tamamının yazılıp yazılmadığına emin olmaya çalışırdı.
Mektubun sonuna doğru küçük kardeşini yanına çağırır, onun minik elini tutup kağıdın boş kalan kısmına koyar, kalemi minik parmakların arasında gezdirerek eli kağıda çizerdi.
“Süreyya’nın eli diye yaz” der, kağıdı ablama uzatırdı.
Resmin altına mektubuna yanıt beklediğini anlatmak için bir iki mani yazdırır, mektuba “baki ve daimi selamlarını” ilave eder, hürmetlerini sunar, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperek mektubunu tamamlatırdı.
Ardından zarfın üstü yazılır. İş tamamlanınca koynundan çıkardığı bir mendile sarar, evinin yolunu tutardı.
Adı neydi?
Gözleri ne renk?
Sesi?
Boyu posu?
Şimdi hiç birini anımsamıyorum. Sadece bir mektup yazdırma sahnesi o sokaktan ve o günlerden kalan. Çoğu gidip azı kalmıyor mu her zaman? Yaşanan güzelliklerden de acılardan da öyle.
Şemsi Belli’nin dizelerine kulak verelim.
O da aynı duyguları paylaşmış şiirinde:
“Seni sevdiğim zamanlar
Sevda gönlümde hevenk hevenkti
Güzel bir kadındın amma
Gözlerin ne renkti?
Unuttum.
Başını göğsüme yasladığın an
Saçların ne kokardı?
Ve ilk tanıştığımız akşam
Üstünde hangi elbisen vardı?
Unuttum.
Hiçbir şeyini unutmayacağım sanırdım
Aşk ne yalan
Ne tatlı şeydi?
İsmin neydi?
Unuttum.”
O kız, aklıma Ahmet Muhip Dıranas’ın Fahriye Abla’sını getirir hep. Gerçi birbirlerine pek fazla benzemezler. Silik bir resim ile renkleri cıvıl cıvıl bir resim arasında zaten çok benzer öğeler bulmak mümkün değildir.
Gidenlerden hep kalan bir şeyler vardır. Bir parça güzellik, bir tatlı bakış, hoş bir söz.
Ahmet Muhip, hep sitem etmiştir Fahriye Abla şiirine. Sinemaya aktarılmış, pek çok şiir seçkisinde yer bulmuş, şiir defterlerinin vazgeçilmezi olmuştur. Öyle ki Ahmet Muhip adı, Fahriye Abla’nın gerisine düşmüştür.
“Fahriye Abla’yı tanıyanların pek çoğu beni tanımıyor” diyen Ahmet Muhip’in dizeleriyle noktalayalım.
“Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen Fahriye Abla!
Eviniz kutu gibi bir küçücük evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla!”
Sevgi, dostluk ve umutla.
Bakmadan Geçme





