Biraz AŞKtan Konuşalım mı?
Sevgili dostlarım! Bugün günümüzde hiçbir değeri olmayan, oysa kadını da erkeği de yerine göre adam eden...
Sevgili dostlarım! Bugün günümüzde hiçbir değeri olmayan, oysa kadını da erkeği de yerine göre adam eden ve maalesef ki insanların kendilerine göre değerlendirdikleri bir konuyu işleyeceğim: “AŞK”.
Nedeni, gençlerin kendileriyle birlikte bu güzel duyguyu da heba etmeleridir. Ha bunun içinde bizim yaştaki insanlar da yok değil ancak onların da aslında ne istediklerini bilmeyişlerine ve gözlerinin açlığına veriyorum (!) ki bu grupta gerçekten aşkı arayanın sayısı, bir elin parmaklarından azdır.
Pek kıymetli kadınlar ve erkekler, geçenlerde köşe yazılarımın birinde yine bahsetmiştim; benim jenerasyonun bazı konularda eksiği olsa da birçoğunun aileleri tarafından insani manada yetiştirilmiş olması, kendini geliştirmesi ve yaşadığı her duygunun gerçek olması gibi bir gerçekliği vardı. Hatta şöyle de iddia edebilirim, sahte duygular yaşatan insanların sayısı da bu denli fazla değildi.
Şimdi gelelim bu aşk denilen duygunun bize yarattığı erozyona ya da kattıklarına. Erozyona diyorum çünkü şimdiki gençler, yaşadıkları hayal kırıklıklarında karşı tarafa cırlarken bile aslında kendinin yaşadığı duygularının pişmanlıklarının dışa vurumunu erkeğin ya da kadının canına okuyarak, hakaretlerle, yüksek sesle kendini rahatlatacağını zannederek devamını yaşıyorlar. Ne acı ve ne kadar yanlış.
Sevgili dostlar, çoğunuzun yaptığı yanlış da bu işte. Yaşadıklarınızdan, duygularınızdan, hissettiklerinizden, aldıklarınızdan ve verdiklerinizden gün gelip pişmanlık duymanızdır. Oysa istediğiniz durum, hayal ettiğiniz şekilde devam etse hiç bu çapraz duygulara girmeyeceksiniz. Lakin işler istemediğiniz gibi geliştiğinde her daim karşı tarafı suçlamak, anlık rahatlığa neden olsa da zaman içinde yanlış yaptığınızı anlamanız da olasıdır. Bu da kendine gerçekten de dürüst olanlar için geçerlidir.
Ne yaşarsanız yaşayın, yaşadıklarınızın her türlü ağırlığını çekecek kadar da duruşunuz olsun. Zira sevdiğinizde iyi olan kadın ya da adam, yanlışında neden kötü olsun ki? Göremediğimizden, ona başka misyonlar yüklediğimizden ve o anki duyguların esiri oluşumuzdan yaşadıklarımızı görmeyen gözümüze, teslim olan yüreğimize ve aklımıza getirmeyen beynimize mi kızalım yani? Asla!
Yaşadığınız o duyguların binde birini yaşayamayan onlarca insan var inanın. Düşünsenize; birine âşık olmamış, onun için şiirler kaleme almamış, dinlediği bir müzikte, duyduğu bir kokuda onu hatırlatmamış, aşkı için gözyaşı dökmemiş, sabahlara kadar pencerelerde beklememiş, yolunu gözlememiş, bir tatlı söz duyacak diye taklalar atmamış, saf, temiz, gerçek sevdayı tatmamış onlarca insan var. Yürekleri kuru, beyinleri sönmüş, dillerinde sevgi sözcükleri olmayan, sadece nefes alan onlarca insan! Aman Tanrım, yazarken bile içim bunaldı. Şükür, şükür!
Sevgili dostlar, sevdiklerinden darbe yiyenler, aldatılanlar, şiddet görenler, kıymet verilmediğini düşünenler, bütün hata sizde. Kızmayın ve okumaya devam edin bence. Çünkü aynı noktada yine buluşacağımızı biliyorum.
Birine âşık olduğumuzda erkek ya da kadından bir süre hayır beklemeyeceksiniz. Özellikle arkadaşları, ailesi ve iş ortamındakiler. Çünkü hele hele zamane gençleri, erken yaşayıp erken tüketip erken yaşlanıyorlar. Ve bunun sebeplerini önceki yazı dizilerimde zaten belirtmiştim. Yine o konulara dönmeden bugünkü asıl konumuza devam edelim.
Ne demiştik? Ha evet birine âşık olan erkek ya da kadından bir süre hayır beklemeyecektik(!).
Ah aşk, insanı oradan oraya savuran aşk. Dur bak biz faniler seni nasıl yaşıyoruz. Güvenmek, sevdanın ilklerindendir. Ama biz, sevdiğimize güvenmeyi yeğleyenlerdeniz. Güvenilir insanları sevmek yerine. Dolayısıyla güvenilmeyecekse de yaşayarak öğreniyoruz. Ama yine de sırılsıklam aşığız. Neden? Kaybetmek korkusunun görmezden gelme evresidir bu.
Bizi aldatır, emin değilizdir. Hani o kendinden daha çok güvendiğin adama ya da kadına yakıştıramazsın. Ama insan aynı insan, sen ona değerler yüklüyorsun dikkat et. Adam ya da kadın, “Gel, ben seni hiç aldatmayacağım. Arkandan oyun çevirmeyeceğim” diye sana gelmez. Sevdiğini düşünür, ya sana gelir ya da sen gidersin.
Sonra biri çıkar, bir süre sonra sana “hiç” muamelesi yapar, bir başkası birini omuzlarından tutar ve sarsar. Bir diğeri bir tokat atar ve sen kendinde kabahati ararsın “Acaba neyi yanlış yaptım?” diye. İşte bunların başladığı ilk an, onlardan uzak kalmalısın. Sana kıyan insan, sonraki dönemde de aynı şeyi yapar. Ama sen, ağlamasına ya da yalvarmalarına inanır ve susarsın. Kolunda morluklarla susarsın, yüreğinde yaralarla susarsın, beyninde acabalarla susarsın. Bunu hiçbiriniz kendinize yapmayın. Aşk bu değil.
Kendini değersiz hissettirenlerle, seni dünyanın en yakışıklı ve güçlü adamı hissettirmeyen kadınla, dünyanın en güzel kadını senmişsin gibi davranmayan, seninle hayatın anlarını paylaşmayan erkekle zaman dahi geçirme. Hep ne diyoruz.
“Önce kendi kıymetini bil”.
Bana göre aşk, hayatımdaki adamla aynı evde nefes alabilmenin tahammülü kadar derinleşti! Para, mal, mülk, etiket hepsi geçici. Geriye kalan, yaşadığın şu fani dünyada mutlu eden insanlarla var olmaya çalışman. Bırak diğerleri kendi karanlıklarında boğulsunlar, sen bir kardelen gibi her olumsuzlukta bir daha, bir daha küllerinden doğmayı başarırsan başarılı olursun. Çünkü sen aşkı üçlemede (beyin, yürek, dil) yaşayan onca korkak arasından çıkan kahramansın. Hatalarından ders çıkaran, sevince saçının teline kadar hisseden, terk edilmesi durumda dahi duruşunun asaletini bozmayanlardansın. Sen kıymetlisin.
Amman dikkat! Zaman, ahlaklı ve vicdanlı insanlarla karşılaşabilme olasılığının çok düşük olduğu zaman. Kendinizi yalnız kalacağım korkusu ile başkalarının egolarına, kibrine, aşağılık tavırlarına kurban etmeyin. Olur da yaşamak zorunda kalırsanız, olur da mecburiyetleriniz varsa -ekonomik durumlar gibi, kendi ailenizin sizi istememesi gibi- hayata sarılın, yazın yaşadıklarınızı. Anılar yazın, şiirler yazın, evlatlarınıza sarılın. Sizi aciz anne ya da baba görmek yerine yaptığı yanlıştan ya da mecburiyetlerinden dahi kendine ders çıkaran, yaşadıklarını tecrübe olarak hayatına geçirebilen güçlü insanlar olarak görsünler. Ki yaşam, onlara benzer durumlar yaşattığında ailede gördüklerinin ağırlığı, asaleti ve ahlakı ile yaşamlarını sürdürsünler. Unutmayalım ki evlatlarımız, her şeyden önce bizi örnek alır.
Birileri ile ayrılırken eş, iş, dost gibi o andaki yaptığınız davranış, ettiğiniz kelam sizin duruşunuzdur. Nasıl kaliteli bir kumaşa sahip olduğunuzla alakalıdır. İnsanın kumaşı, zor anlara maruz kaldığında net ortaya çıkar.
Evet biraz uzun oldu ancak bu konuyu bölmek istemedim. Umuyorum bu son cümleyi görecek kadar bana tahammül etmişsinizdir (!).
Sağlık, başarı ve şans hep sizinle olsun.
Sevgiler…