Bir zamanların yasak kenti: Buhara

Günümüzde Özbekistan sınırları içerisinde bulunan Buhara, bir zamanlar konumu itibariyle çok önemliydi. Hem Orta Asya’yı bir...

Günümüzde Özbekistan sınırları içerisinde bulunan Buhara, bir zamanlar konumu itibariyle çok önemliydi. Hem Orta Asya’yı bir yandan Güney Rusya’ya, diğer yandan da Afganistan, Hindistan, Doğu Türkistan ve Çin’e bağlayan ticaret yollarının ortasındaydı hem de İslam’ın önemli dini ve kültürel merkezlerinden biriydi. İbn-i Sina’ya göre Samaniler döneminde İslam dünyasının en zengin kütüphanelerinden biri, bir yangında yok olana kadar Buhara’daydı.

Buhara; Batılılar, özellikle de Müslüman olmayan Batılılar için büyülü bir şehirdi. Buraya sahip olmak demek, siyasi ve ticari çıkarlara sahip olmak demekti ve bu bakımdan yabancılar için oldukça çekiciydi. Günümüzde Ortadoğu topraklarında çıkar çatışmasına giren büyük devletler gibi 19. yüzyılda da İngiltere ve Rusya, Buhara Hanlığı’nı kendi hakimiyetlerine alıp imkanlarından faydalanmaya odaklanmışlardı. Topraklarına göz dikenlerin varlığından rahatsız olan Buhara Hanlığı, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar kafirlere kutsal bir nefret duydu ve izinsiz topraklarına giren Avrupalıları ağır cezalara çarptırdı. Özellikle 18. yüzyıldan itibaren Rus tehdidini hisseden Buharalılar, tedbiri daha da arttırdılar çünkü Batılıların, öncelikle de Rusların yolları öğrenmesi, sınır bölgelerini keşfe çıkması, su noktalarını ve aralarındaki mesafeyi öğrenmesi, otlakları tespit etmesi kendileri için oldukça tehlikeliydi. Bu nedenle yabancı seyyahlar, Rus ya da İngiliz ajanı olmaları endişesiyle sıkı bir kontrol altındaydı. Avrupa’dan gelen resmi temsilciler bile gözetim altında tutuluyor, en küçük bir not almalarına dahi asla izin verilmiyordu. Bunu yapmanın cezası ölümdü.

Ancak Buhara’nın çekiciliği, sadece siyasi ve ticari çıkarlardan ileri gelmiyordu. Bu otantik şehir, Asya’da İslam’ın ve tasavvufun kutsal şehriydi. Diğer İslam bölgelerinden farklı bir sosyal yaşama sahipti. Örneğin 20. yüzyıl başında hala Kalenderi derviş gruplarına rastlanan ender coğrafyalardan biriydi. Bu durum, şehre gelen yabancıların burayı keşfetme konusundaki arzularını kışkırtan bir diğer önemli etkendi. Ancak gelen her yabancıya casus gözüyle bakıldığından bu keşif merakını tatmin etmek hiç kolay değildi. Ziyaretçilerin dolaşması konusunda hiçbir kolaylık sağlanmadığı gibi fazla meraklı davranan kişiler, geri dönüş yolunda zehirlenme tehlikesiyle karşılaşıyorlardı. Ancak bu sıkı denetime rağmen birkaç seyyah, bu yasağı delip yasak kent hakkında bazı şeyleri not alabilmişlerdir. Alman doğabilimci Eversmann, Rus ajanı Desmaisons ve casuslukla suçlanan Macar seyyah Arminius Vambery, bunlardan bazılarıdır.

Buhara hanları ve halkı, Müslüman olmayanlara karşı oldukça kuşkucuydular. İslam’a derin bir saygıları vardı. Bu nedenle burası, İslam dünyasındaki en tutucu yerdi ve Buharalılar, diğer dinleri küçümseyen bir tavır içerisindeydiler. Böylece ülkeye gelen ziyaretçiler ve diplomatlar örf, adet ve yasaklara kati surette uymak zorundaydılar. Nitekim İngiliz Charles Stoddart, Buhara emirine saygısızlık ederek bir süre “böcek çukuru” adı verilen haşerelerle dolu altı metre derinliğinde bir hücrede üç yıl boyunca hapis tutulmuştu. Daha sonra Müslüman olarak ev hapsine alınmışsa da işlerin ters gitmesi sonucu 1842’de İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası’ndan gelen bir subay olan Conolly ile birlikte şehir surları önünde kılıçla başları kesilmek suretiyle idam edilmiştir.

Buhara, yabancılar için yasak şehir olduğu gibi aynı zamanda içinde yaşayan azınlıklar için de bir yasaklar şehriydi. İslam dışında izin verilen tek din Yahudilikti ancak 19. yüzyıla gelindiğinde bile yeni sinagog yapmaya hakları yoktu, ipek kıyafetler giymeleri yasaktı. Yalnızca üç sokakta yaşamalarına izin veriliyordu. Ayrıca giydikleri takkelerin kenarında siyah koyun derisinden en fazla iki parmak eninde bir şerit olmak zorundaydı.

Buhara’da bir gayrimüslimin ya da gayrimüslim olmasından şüphelenilen birinin cami, medrese ya da tekke gibi Müslümanlar için yapılmış binalara girmeleri de yasaktı. Şehirde atla dolaşma hakkı da yalnızca Müslümanlara tanınan bir ayrıcalıktı. Burada tüm kanun ve kurallar, dine dayalıydı. Molla ve mutasavvıflar, oldukça ünlüydü ve de tasavvuf tarikatları, siyaset üzerinde önemli bir etkiye sahipti.

Dinin ve çeşitli tarikatların etkisiyle bölgede ilginç bir sosyal yaşam hakimdi. Öncelikle İranlılar, Tatarlar, Kırgızlar, Özbekler, Hintliler, Museviler, Türkmenler ve Afganlardan oluşan bir ırk çeşitliliği hakimdi. Şehre gelen yabancıların hemen dikkatini çeken bir diğer şey ise herhangi bir İslam şehrinden çok daha fazla cami ve türbe inşa edilmiş olmasıydı.

Tasavvufi ayinler, buradaki insanların hayatında büyük bir yer işgal ediyordu. Ancak tasavvuf bölünmüş durumdaydı. Buhara’nın koruyucu evliyası kabul edilen Bahaeddin Nakşibend’den dolayı Nakşibendi tarikatı ve kolları oldukça güçlüydü. Bu tarikat zikr-i hafiyi (gizli yani sessiz zikri) benimsiyor, dansı ve müziği günah sayıyordu ve İslami buyruklara da çok saygılıydı. Bu nedenle zikr-i cehri (sesli zikir) ve sema yapan tarikatlardan olan Kadiriyye ve Yeseviye üyelerine karşı çıkıyorlardı. Ayrıca yerleşik hayatı benimsemeyen, İslam’ın buyruklarına saygı göstermeyen ve uyuşturucu kullanan Kalenderi dervişlerine de hoş bakmıyorlardı.

Medrese hayatına bakılacak olursa 19. yüzyılda Buhara’da eğitim, oldukça kötü durumdaydı. Avrupa karanlık çağları yaşarken İslam aydınlanmasının gerçekleştiği, birçok değerli alimin çıktığı ve İslam dünyasının en zengin kütüphanelerinden birine sahip olan bu coğrafyada şimdi kitaplar, ender bulunur olmuş hatta İstanbul’a gönderilen bir elçi aracılığıyla Osmanlılardan iki kez hanlığa fıkıh kitabı göndermeleri istenmişti.

Medreseler, tam anlamıyla gerilemenin en uç noktasındaydılar. Artık geçerliliği kalmamış bilgileri öğretiyorlar, tutucu ve bağnaz bir İslam anlayışını temsil ediyorlardı. Tutucu mollalar yüzünden reform düşüncesini ortaya atanlar zındıklıkla suçlandığından modern sorunlara hiçbir çözüm sunmayan bir anlayış hakimdi. Doğrudan Kuran’a, kutsal metinlere ve hadislere başvuru ortadan kalkmış, öğrenciler kutsal metinlerin yorumlarının da yorumlarıyla yetinmek zorunda bırakılmıştı.

Velhasıl geçmişte İslam aydınlanmasının yaşandığı, alimlerin yetiştiği ve İslam’ın en kutsal kentlerinden biri olan Buhara zamanla geri kalmış, sosyal yaşamı ve renkli insanlarıyla sıradan, otantik bir ticaret şehrine dönüşmüştür. Bu geri kalmış zihniyetle yaşayan Buhara hanları ve halkı, sadece kendilerini dini olarak üstün gördüklerinden değil, topraklarını düşmanlarından korumak için başka bir seçenekleri ve donanımları olmadığı için yabancıların yaşadıkları coğrafyayı keşfetmelerinin önüne geçmeye çalışmışlardır. Ancak Rusların 1888’de Semerkant ve Buhara’ya tren yolu getirmeleriyle bölgeye gelen Rus göçmenlerle birlikte şehir yasak kent unvanını kaybetmiş, daha sonra da Sovyetler Birliği yıkılana ve bağımsızlıklarını kazanana kadar Rus hakimiyetinde Orta Asya başkenti olma özelliğini ve eski önemini yitirmiştir.

Bakmadan Geçme