Bir gezinin ardından
Yine bir gezi öncesi tedirginliği ile bavulumuzu eşim günler öncesi hazırladı. Sabahın dördüne kalkışımızı planladık. Salı...
Yine bir gezi öncesi tedirginliği ile bavulumuzu eşim günler öncesi hazırladı. Sabahın dördüne kalkışımızı planladık. Salı Pazarı mevkiinden arabamıza binip Adnan Menderes Havalimanı’na doğru yola çıktık. Kalabalık bir grup değildik. Bu, gezi için her zaman bir avantajdır. Gezi sırasında verilen sürede kolayca toplanmayı kolaylaştırır.
Yolculuk, İzmir’den Lefkoşa Ercan Havalimanı’na. Pegasus Havayolları’yla gri bir gökyüzünü selamlayarak rahat bir yolculuk sonrası ayaklarımız Lefkoşa’da yere basıyor. Bu, bizim ilk kez Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gelişimiz. İlk olmanın verdiği merak duygusuyla kısa giriş işlemlerinin ardından bizi bekleyen otobüsümüze biniyoruz. Havalimanında ilk dikkatimi çekense yaklaşan yılbaşı gecesi için yapılan dev afişlerdeki Deniz Seki ilanlarıydı.
Girne yönündeki Denizkızı adlı otele geldikten sonra kısa bir molanın ardından serbest zamanda Girne’ye dolmuşlarla inerek kenti tanımaya çalıştık. Hava kapalı ve ara ara yağmur serpiştirse de ılık oluşu insanı rahatlatıyordu. Kıbrıs’ta trafik, İngilizlerden kalma bir uygulama nedeniyle soldan akıyordu. Bu, biraz bana hayli garip gelse de zamanla buna da uyum sağlanacağı ortada. Hatta kimi araçların direksiyonu bizde olduğu gibi solda olsa da şoför hiç sıkıntı yaşamadığını söyledi. Ancak araçların büyük bölümünün direksiyonu sağda.
Yayalara saygı, burada diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi son derece önemli. Bu sayede kent içinde çok rahat bir şekilde alışveriş yapabiliyor, gezebiliyorsunuz. Alışveriş için liman bölgesine indiğimizde bir sokakta içki satan dükkanların çokluğu dikkatimi çekti. Birine girdim. Freeshop yani gümrük mağazalarıyla kendilerinin uyguladığı fiyat durumunu sordum. Anladığım kadarıyla Kıbrıs’ta uygulanan vergi düzeni nedeniyle bu dükkanlar gümrük mağazalarıyla yarış halindeler. İnanılmaz ucuz fiyata aradığınız her türlü içkiyi satın alabiliyorsunuz.
Bu gezinti sırasında alışkanlığımız gereği demlenmiş çay içmek istediğimizde ancak bir yerde bulabildik. Hadi dedim, çayın yanında bir de börek atıştıralım. Çay ocağının yanındaki börekçiden aldığım böreğin boş tabağını çay ocağındaki hizmet elemanının komşusuna bırakması doğrusu çok hoşuma gitti. Hatta ilk alıp geldiğimde, “İsteseydiniz ben böreği alıp size getirirdim” dediğinde de çok şaşırmıştım. Ne güzel bir komşu dayanışması! Oysa çay ocağında da tost benzeri gıda maddeleri satın alınabiliyordu!
Yazı uzayıp gitmeden bazı önemsediğin notları paylaşarak okuma cesaretinizi kırmayayım sevgili okurum.
Geziye çıkmadan Kıbrıs’a bizden önce giden oğlumun bir uyarısını turu organize eden Meral Hanım’a iletmiştim. Oğlumun Kıbrıs’ta mutlaka gitmemizi istediği bir lokanta vardı: Yorgo Kasap Restoran. Kuzey’de Rumca konuşulan tek köy olan yeni adıyla Koruçam, orijinal adıyla Kormakitis olan, Lapta Belediyesi sınırları içinde bulunan köy. Köy halkının tamamı Katolik Hıristiyan. Lübnan’dan Kıbrıs’a göç etmişler. İbadetlerini Arapça yapıyorlar. 26 kişilik grubumuzu kapıda karşılayan işletmeci Maria, hazırladığı mönü ile bizi o denli mutlu etti ki sormayın. Bir kişilik mönüyü biz iki kişi bitiremedik. Restoranın duvarlarındaki Atatürk posterleri ise hepimizi gururlandırdı. Bundan sonra Kuzey Kıbrıs’a gitmek isteyen herkese Maria’nın lokantasını önereceğim. Bu lokanta deneyimi de gösterdi ki bir işi nerede yaptığın değil, nasıl yaptığındır önemli olan!
Gezimizin üçüncü günü Magosa’ya gittik. Şimdiki adı Gazimağusa. Namık Kemal’in hapsedildiği zindanı gördük. Bu zindanda ancak iki gün kalan Namık Kemal’e zindanın üstünde çalışma odası yapılmış. İlerleyen zaman içinde kale içinde serbest dolaşmasına izin verilmiş. En önemli eserlerini yine bu kalede yazması, ziyaretimizin önemini artıran faktörlerden biri oluyor. Lala Mustafa Paşa Camisi de burada kiliseden camiye dönüştürülen önemli bir yapıt. Minarelerini kim yapmış dersiniz? İngiliz yönetimi!
Magosa’da Lefkoşa ve Girne’de görmediğimiz bir trafik durumuna rastladık. Araçlar burada kent içinde Ödemiş’te olduğu gibi hızlı ve gürültülü hareket ediyordu. Orada yaşayan bir gönüllü rehbere bunun nedenini sorduğumda yanıtı: “Burada yaşayanların büyük bölümü, Türkiye’den göç edenlerdir” dedi. Ne diyebilirdim ki bu söze?
Havalimanında temizlik işinde çalışan dişçiye gidememiş bir kadın, kendi aramızda Kıbrıs’ın ünlü peyniri Hellim’i konuşurken o memleketinin peynirlerini övüyordu. “Nerelisin?” dediğimizde, Tunceli’den olduğunu söylemez mi? Eh dedim, hem geçimini Kıbrıs’tan sağla, hem de o memleketin peynirini kötüle, olacak şey mi?
Gezmek insanı yeniler, siz de evde miskin miskin oturmayın, hadi çıkın bir yerlere gidin. Benim gibi sizin de anlatacak anılarınız olsun…