BİR GAZETECİ -YAZAR NEDEN ÖLDÜRÜLÜR ?

6 nisan tarihi Öldürülen Gazetecileri Anma Günü olarak takvim yapraklarında yer alıp , zihinlere kazınmış durumdadır....

6 nisan tarihi Öldürülen Gazetecileri Anma Günü olarak takvim yapraklarında yer alıp , zihinlere kazınmış durumdadır. Osmanlı Dönemi Serbesti Gazetesi başyazarı ve yazı işleri müdürü Hasan Fehmi Bey, 1874 doğumludur. Kendisi 6 Nisan 1909 yılında bir suikasta kurban giderek yaşamını yitirmiştir. Öldürülüşüne sebep olarak gösterilen gazetedeki yazılarıdır.

İttihat ve Terakki yönetimini sert dille eleştiren Hasan Fehmi için çalıştığı gazeteye pek çok tehdit mektubu gelmiştir. Ancak kendisi bu mektupları hiçe sayarak , dönemin yönetimini sert sözlerle eleştirmeye devam ederek bir anlamda kalem efendiliğini canı ile ödemiştir.

Hasan Fehmi, Jön Türkler’ den etkilenmiş bir aydın gazetecidir. Jön Türkler, Avrupa’ da eğitim alan Genç Osmanlılar olarak bilinir. Yapılan Islahat ve Tanzimat Fermanları ile Osmanlı Devleti’nin yaşadığı zorluklar maalesef nihayet bulamamış olduğu için , Jön Türkler – Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mithat Paşa , Abdullah Cevdet, Ahmet Cevdet…

2. Abdülhamit’i Meşrutiyeti kuracak gerekçesi ile başa getirmişlerdir. 2. Abdülhamit başa geldiğinde ilk işi Meşrutiyeti ilan etmek olmuştur. İlk parlementer sistem ve ilk Anayasa ile yepyeni bir dönem başlamış olsa da ilerleyen senelerde tekrar zorlu yıllar başlayacaktır. ( ilk anayasa 1876 Kanuni Esasi)

İkinci Abdülhamit, 93 Rus harbini öne sürerek 1. Meşrutiyet sona erdirilmiş, böylelikle Meclis feshedilmiştir.

24 Temmuz 1908 tarihinde 2. Meşrutiyet ilan edilecek ; ama yine akabinde 31 Mart Vakası patlak verecektir İşte, Hasan Fehmi Beyin öldürülüşü de bu karanlık döneme rastlar. Peki o halde neydi bu 31 Mart Vakası , diye sorduğunuzu tahmin edebiliyorum, sevgili okurum. Rumi Takvim tarihi ile 31 Mart 1325 ; Miladi Takvim ile söylersek 13 Nisan 1909 olarak tarihe karışan olayın perde arkasında İttihat ve Terakki yönetimini ve bu yönetimin ülkede nefes alacak huzuru bırakmamış olmasını görüyoruz. Ordunun ilk defa siyasete karıştığı bu olay bir ayaklanma olarak Harekat Ordusu tarafından bastırılmıştır. Bu sırada kıdemli yüzbaşı olarak Mustafa Kemal Atatürk de Harekat Ordusundadır. Bazıları bu olayı yekten bir şeriat ayaklanması olarak gösterir. Olayı sadece siyah ya da beyaz olarak görmek , bir gruba öfke ile hareket etmek bizi her zaman kutuplaştırır ve de yanıltır diye düşünenlerdenim.

31 Mart Vakasını gri tonda görmek gerek, şeriat yanlısı bazı kişilerin şeriat adı altında yapmak istediği isyanlarını elbette kabul edelim ; ama İttihat Terakki Yönetiminin İstibdat dönemini özgürlükleri sadece kendi taraftarlarına tanımasını ve nihayetinde bu uğurda cinayetler işlediğinin sır olmadığını da lütfen bilelim. Gazeteci olarak muhalif yazılarından dolayı önce Hasan Fehmi , bir yıl sonra da Ahmet Samimi öldürdüler. Çünkü yazıları dönemin siyasi kodamanlarını rahatsız ediyordu. Meşrutiyet özgürlük demekti, lakin bir kesimin ferahı özgürlüğü diğerlerinin ötekileştirilmesi dışlanması olmamalıydı. Kendilerini haklı göstermek işledikleri cinayetleri örtbas etmek için ne yazıktır ki inancı bile dillerine doladılar.

Bu konuları roman tadında okumak istiyorsanız Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ” Hüküm Gecesi” adlı kitabını okumanızı öneririm.

O günden bugüne aktörler değişmiş olsa da gazeteci yazarların cinayete kurban gitmesinde asıl meselenin siyasi entrikalar , derin devlet olduğunu sizlere söyleyebilirim. Peki dincilik denilen faktör hiç mi etkili değil diye yerinde zıplayan değerli okurlarım sizlere de hak veriyorum. Dincilik ile dindarlığın birbirinden çok farklı kavramlar olduğunu belirterek din kisvesine bürünüp siyasi kurumlarda söz sahibi olmak isteyen şahısların etkilerini kışkırtmalarını, dış güçler ile ittifak yaptıklarını da kabul etmemiz gerek. Kimi Zaman da dinciler öne sürülerek içerde kaos durumlarını başlatan karanlık güçler laik ve anti laik çatışmaları ile ülkeyi birbirine düşürüp parçalamak istemişlerdir. Dün öyleydi, bugün de böyle değil midir?

Velhasıl bu oyunlarda Sabahattin Ali , Çetin Emeç, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink gibi pek çok gazeteci yazar hayattan koparılmıştır. Hepsini saygı ve rahmetle yad ederken Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan adlı kitabından bir alıntı yapmak istiyorum, ” içimizdeki şeytan kurnazca olmayan bir kaçamak yoludur. içimizde aciz var, tembellik var, iradesizlik ,bilgisizlik var; bunların hepsinden daha korkunç bir şey hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…”

Hakikatleri aşikar kılmak için emek veren gazeteci yazarlar, bir grubun , parti ya da ideolojinin adamı olmamışlardır. Şeriatın dini inançların da hiç bir zaman düşmanı değillerdi. Öyle gösterilmek istendi. Bunun için ortam hazırlandı. Falanca suikastı şeriatçılar yaptı dendi. Kimi Zaman doğru idi kimi Zaman da koskoca bir algı operasyonu olarak dikkatlerin başka yöne çekilmesi istendi. Bu öylesine bir ortam hazırladı ki bir kesim dini inançtan kopartıldı. Bu sefer de dini inancı emelleri için kullanan başka zümreler fırsattan istifade ettirildi, kimine Ilımlı İslam Projesinde yer verildi. Sonrası yine kendimizi karanlık güçlerin emperyalist fikirlerin kucağında bulduk.

Sapla samanı birbirinden ayırmadıkça, olayları sadece siyah beyaz tonda baktığımız müddetçe gerçek anlamda bir aydın bir entellektüel olamayız. Ying ve Yang siyahın içindeki beyazı beyazın içindeki siyahı fark edebilme basiretini diliyorum.

Gazeteci yazarı hiç bir zaman kendini bilen gerçek anlamda dinin özüne vakıf olmuş biri öldürmez. Din siyasetin tekeline alınıp , dindarlıktan arındırılıp dinci kisve ile hareket edilirse ve siyasi arenada kirli emeller uğruna kullanılırsa o Zaman başka !

Sözün tamamı akıldan gayri müsellaha anlatılırmış diye büyüklerimizden duyarız. Sizler okuyan , düşünen , güzel yürekliler umarım beni anlıyorsunuzdur. Daha doğrusu kendimi anlatabiliyorumdur, ne dersiniz Can’larım?

Gazeteler hangi fikirde olursa olsun , çok okunsun gazeteciler de hangi safta bulunursa bulunsun hep var olsun temennisiyle…

Bakmadan Geçme