BİR FOTOĞRAFIN PEŞİNDE

Yıllardır henüz betimleyemediğim bir yüz peşindeyim. Hayatımın belleğine kayıtlı yüzleri tek tek düşündüm. Beni etkileyenler daha...

Yıllardır henüz betimleyemediğim bir yüz peşindeyim. Hayatımın belleğine kayıtlı yüzleri tek tek düşündüm. Beni etkileyenler; daha net, parlak, hatta kaydolduğu günkü netlikteydi. Aradığım yüz acaba onlardan biri olabilir miydi? Uzun süre düşündüm. Yanıt, bir gün bir fotoğraf olarak geldi. İlk anda duraksadım. Dilimden yuvarlanan sözcüklere dur diyemedim.

Bu yüzün adı yoktu. Saçları düz, uzun ve taralıydı. Yaşına göre iri ve etli dudaklıydı. Fotoğrafın siyah beyazlığı tenindeki esmerliği gizleyememişti.

Omuzlara dökülen saçları, rüzgarın da etkisiyle dağınıktı. Aynı zamanda bu durum, onu yaşından fazla çekici gösteriyordu. Gözleri iri, gözbebeği kuzguni karaydı. Sola doğru endişeyle bakan gözlerinin nereye odaklandığı kestirilemiyordu. Saçlarının düzlüğü, Afrikalı olmadığını anlatıyordu. O, olsa olsa Asyalı olabilirdi.

Kolsuz beyaz elbisesi, esmer kollarını açıkta bırakıyordu. Omzunu örten dantelası, masumiyetin bir simgesiydi. Kulağındaki tek taşlı küpesi, ailenin ekonomik gücünü ele veren bir ipucu gibi sarkıyordu.

Kaşlarına henüz bir kuaför eli değmiş değildi. Kaşı seyrek de olsa burnuyla bütünleşmişti. Ona bir asillik veriyordu. Burnu yüzüne ayrı bir zenginlik katıyordu.

Neydi beni bu resme çeken giz? Oysa bu yüzün benzeri, binlerce hatta milyonlarca bulunabilirdi. Belki masumiyet, belki kaygı, belki özlemle aradığı bir şeye bakışı; ancak bu resmin gizemi, onun baktığı yerde saklıydı. İsteyip de sahip olunamayan şeye bakan bir yüz müydü bu yoksa? Onu görebilseydim belki bu yüz sıradanlaşabilirdi.

Aradığım, gizemli bir yüz olmaktan öteydi. Onu ararken bile yaşadığım bir şey, en kötüsü bir elektrik kesintisi olabilirdi ki, o da başıma geldi. Elektriğe bağlı ortamlarda yazanlar için en büyük tehlike, aniden gelen bir elektrik kesilmesidir. Bu kesintiyi neye yormalıydım, bilemedim. Yoksa aradığım gerçek yüz bu değil miydi? Bilinmezden gelen bir duygu dalgası, bu arayışımı engellemek mi istemişti?

Fotoğrafa kaç kez bakmıştım, her bakışımda yeni bir şeyler anlatır gibiydi. Yanına koyacağım bir başka fotoğraf aradım, buldum. Yeni bulduğum fotoğrafta yüze odaklanılmıştı. Kulağındaki küpe daha bir ışıltılı, gösterişliydi. Fotoğrafçının aynı kıza ait iki portre arasına koyduğu yaşlı kadın portresi acaba bu kızın anneannesi olabilir miydi? İlk bakışta bu izlenim uyandı kafamda. Öyle ya, bu yaşlı kadın izin vermese böyle anlamlı bir bakış sahibi kız nasıl fotoğraflanabilirdi ki? Bu işlerin kolay olmadığını herkes bilir.

***

Ressam dostum Mustafa Ali Kasap’a denememi okuduğumda anımsadığı ilk şey, Oktay Akbal’ın “Berber Aynası” adlı öyküsü oldu. Yıllar önce okuduğunu söylediği bu öyküyü benim yazımın neden çağrıştırdığını açıklayamadı.

Peki siyah beyazın yarattığı gizem, renkli fotoğrafta neden kaybolup gitmişti?

Bir diğer merak uyandıransa, bu yazıda sözü edilen fotoğraf nerede? O da çok garip bir şekilde bilgisayarımdan kaybolup gitmiş; ne kadar aradıysam da bulamadım. Belki böylesi daha iyi. O gizemli fotoğraf, belki bir senaryoya konu olabilir ya da okurun imgelem dünyasına yeni pencereler açar.

***

Senaryo deyince tartışılagelen bir noktaya değinmeli.

Romandan filme aktarılırken romana birebir sadık kalınmıyor savı, yapıtları filme uyarlanan yazarlarca söylenmekte; bu savı doğrulayan bir film örneği var: “Sevgili”. Yazarı Marguerite Duras’ya 1984 Goncourt Ödülü kazandırdı ve aynı adla filmleştirildi. Romanı okumadan önce filmi iki kez seyrettim. Filmi ilk izlediğimde bir hafta etkisinden kurtulamamıştım. Daha sonra Almanya’da bir televizyon kanalında izledim. Yurda dönüşte kitabı satın aldım ama okumak isteği duymadım. Nedeni, filmden çok etkilenmiş olmamdı. Okursam filmden belleğime kalan izleri yitirmekten korkuyordum.

Yine de günün birinde romanı okudum okumasına ya, yıllar önce verdiğim kararın doğruluğunu anladım. Roman, filmin verdiği tadı verememişti. Okurken hep film kareleri gözümde canlanıyordu. Birebir örtüşmesini beklediğim onca sahne romanda yoktu. Örneğin arabada yan yana iki elin birbiriyle yaptığı ilginç bir sevişme sahnesi vardı ki, onun en ufak izini romanda ara ki bulasın.

Buradan şu sonuca varıyorum; ya romanı okuyup film izlenmemeli ya da film izlenip romandan vazgeçmeli! Bir izleyici ya da okuyucu olarak film sektöründe sıkça yaşanan yazar-yönetmen çatışmasının figüranı olma riskini neden üstünüze alasınız!

Bakmadan Geçme