Bir baştan bir uca İran-6

4. GÜN (14 Nisan 2015) NAKŞ-İ RÜSTEM: İranlılar ulusal destanları Şehname'deki kahramanları Zaloğlu Rüstem'in bu kayalığı...

4. GÜN (14 Nisan 2015)

NAKŞ-İ RÜSTEM: İranlılar ulusal destanları Şehname’deki kahramanları Zaloğlu Rüstem’in bu kayalığı kendi gücüyle yonttuğunu düşündükleri için buraya NAKŞ-İ RÜSTEM ismini vermişler. Antik bir şehir. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde. Dört büyük Akamenid kralının mezarlarının önündeyiz. Devasa kayalar oyularak yapılmış. Bu muhteşem mezarlara bakıp bakıp“Kayalar, n’olur üstüme üstüme gelmeyin!” diyorum. Dört tane mezarı nakış nakış dizmişler. Sağdan sola doğru Xerkes, Büyük Darius, 1. Artaxerkes ve II. Darius’a ait. Büyük Darius’un mezarı, daha büyük ve daha iyi korunmuş durumda. Bu mezara doğru baktığımızda doğan güneş sembolünü fark ediyoruz. Bu da bağımsızlığı anlatırmış. Yanında da kutsal ateşin yandığı bir tapınak vardı. Bu mezarların aslında birer mağara oldukları ve çevrelerinin düzenlenerek kaya mezarlarına dönüştürüldüğü sanılıyor. İngilizce tabelaları not aldım: The Investiture of Narse (A.D. 294-302): Sasaniler devrine ait resimler. Ekamenat devrinden önce iki insan boyunda kabartma resimler yapılmış. Sırf kendini güçlü göstermek için. 50 metreye yakın kaya kabartma resimleri. Victory of Bahram II Behram (A.D. 274-94): At üstündeki kralın ayakları yere kadar uzatılmış. Böylece büyük göstermeyi amaçlamışlar. The Triumpth Relief of Shapur-1 (A.D. 239-70): Elam-Sümer-Eski Farsça çivi yazıları duvarlara işlenmiş. Rölyefin yanına yerleştirilmiş. Sasani Devleti bitti. İran’a İslam dini geliyor ve karanlık dönem başlıyor. Resim, kabartma heykel yasak! The Equestrian Victory of Hormozd II (A.D. 302-309) (Hürmüz): Sasani Devletine ait. The Equestrian Victory of Shapur II (A.D. 309-79): 7. Kral, çok sade yapılmış. 50 metrekare genişliğinde. Bu devasa eserler yapılırken kaç işçi öldü? Nasıl tırmandılar ve yontular bu sert kayaları? Kaç yıl sürdü yapımı? Daha nice sorular, kayaların üstünden kafama düşmeye başladı. Kaya Mezarları, bereketli buğday tarlalarına bakıyor. Yeşile, uyanan doğaya selâma duruyorlar sanki…

HAFIZ-I ŞİRAZÎ (ŞİRAZLI HAFIZ): Hafız; ezberlemek, hatırlayan anlamlarına geliyor. Fars dili ve edebiyatının büyük sanatçısı Hafız (1324 – 1391), hayatı boyunca kısa bir süre dışında Şiraz’dan dışarı çıkmamış. Şiirlerinde her zaman Şiraz’ın güzelliklerinden söz etmiş ve ölümünde Şiraz’a gömülmek istemiş. Hafız’ın gömüldüğü yer, daha sonra türbeye çevrilmiş. Halk arasında burası “Hafıziye” olarak isimlendirilmiş. Hafız, eserlerinde Farsçayı öyle bir ustalıkla kullanmış ve öyle büyük eserler yaratmış ki bunların başka bir dile çevrilmesi hemen hemen imkansız olmuş. İranlılara göre her evde mutlaka bulunması gereken iki şey varmış: Kur’an-ı Kerim ve Hafız’ın bir kitabı. Bazıları, bu sıralamayı tersine çevirip Hafız’ı birinci sıraya bile koyarmış. Hafız, İranlılar için bir halk kahramanı, bir pop yıldızı gibi sevilen ve saygı duyulan bir kişilikmiş. Her İranlı, karşılaştığı sorunda Hafız’dan alıntı yaparak sözlerini desteklemeye çalışırmış. Yahya Kemal’in “Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış; / yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle. / Gece, bülbül ağarana vakte kadar ağlarmış, / Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle” dizelerindeki Hafız’ın türbesi, geniş bir bahçe içinde iki havuzla süslü, huzurlu bir yer. Çiçekleri hoş kokulu. Baygınlık veriyor. Renk renk, boy boy ve saksılarda. Çok sayıda ziyaretçisi var. Bu nedenle pek de sakin değil. Şirazî’nin mezarı sekiz sütun üzerine oturtulmuş kubbeli bir yapı. Derviş sarığını çağrıştırıyor. Sütunlar, Şiilerin sekiz imamını simgeliyormuş. Hafız’ın bir şiiri, mezara nakşedilmiş. Burada ferahlık var, yaşam var.“Hûda feyz” diyerek bizi uğurluyor Şirazlı kadınlar. Hafız Studies Center Educatinal Department (Hafız Çalışmaları Eğitim Merkezi www.hafizstudies.com adlı bir merkezin önündeyiz. Eşimle birlikte Laden hanımla karşılaşıyoruz. İngilizce biliyor. Merhabalaşıyoruz. Sohbet ediyoruz. Merkezde çalışıyormuş. Adı, bir çiçekten geliyormuş. Üşenmeyip o çiçeği bize gösteriyor. “Hayat Ağacı” ile karıştırmıştık. Kibar biri. Merkezde Hafız’ın şiirlerinin özgürce analizi yapılıyormuş. Gönüllü olarak çalışılıyormuş. İran halkının ruhuna işlemiş bir şair Hafız-ı Şirazi. Yanımızdan mutlu ayrılıyor. Burası; gençlerin buluşma noktası sanki. Kuytularda gençliklerini yaşıyorlar, oynaşıyorlar tatlı tatlı. Yan yana oturuyorlar. Bakımlılar. Kızlar makyajlı. Girişte falcılar var. Muhabbet kuşu, gagasıyla Farsça yazılmış farklı renklerdeki bir fal kağıdını seçiyor. Çocuk, yaşlı, genç herkesin elinde fal kağıtları görüyoruz. Birçok kişi ellerinde Hafız’ın fal kitabı olan “Faal-e Hafiz” ile dolaşır ve açtıkları fallarla gelecekte neler olacağını bulmaya çalışırlarmış. İranlılar, Hafız’ın şiirlerinin bulunduğu fal kitabından rastgele bir sayfa seçerek orada yazılanların kendi gelecekleri hakkında işaretler taşıdığına inanırlarmış. Biz, sadece fal çektirenlerine denk geldik… Girişin hemen sağındaki Coffee Shop’tayız. Eser hocanın doğum gününü kutluyoruz. Turunç çiçeğinin iç bayıltıcı kokusu, neşeli gençleri şen kahkahaları ve demli İran çayının sıcak buharı eşliğinde… Modern görünümlü kızlar, kuytularda erkek arkadaşlarıyla kol kola geziyor. Farsça hüzünlü aşk şarkıları yayılıyor gençlerin ve İran’a yeni yeni alışmaya başlayan bizlerin ruhlarına…Akşam olup güneş batarken türbe aydınlatılır ve hoparlörlerden kısık bir sesle okunan Hafız’ın şiirleri duyulurmuş. Ne yazık ki o kadar fazla zamanımız olmadı.

İran’da kürtaj serbestmiş. Ailede ortalama iki çocuk olurmuş.

Afganlar, ucuz işçi olarak çalıştırılmış. 13 saatliğine 20 dolar ödenirmiş. İranlının geçim derdi olduğunu belirtiyor rehberimiz. Şah döneminde de yoksulluk varmış. Şah’a bağlı gizli haber alma örgütü SAVAK, daldaki yaprağın kımıldanışını duyarmış o zamanlar. Şimdi de Mollalar kendilerini, ülkelerini Şiiliğin önderliğine soyunmuş durumdalar. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı acılara, yoksulluğa sürüklemiş ülkeyi. Acının girmediği ev kalmamış. Ambargo boğmuş ülkeyi. Ama Şiraz’da gençlerin dinamikliğini, hayat bağlılıklarına tanık oluyoruz. Halk, artık mutlu yaşamak istiyor. Geleceğini görmek istiyor. Bunlardan iki örnek vereceğim. Türkiye’den gelmemizin avantajıyla kolayca sohbet edebilmiştik kendileriyle bir restoranda. Anne, 20 yaşında evlenmiş. İki kızı oluyor. Biri 29, diğeri 25 yaşında. Büyüğü Hindistan’da okuyup genetik mühendisi oluyor. Şimdi burada ama çalışma alanı yok. Küçük ise diş doktoru çıkıyor. Kiev’de okumuş. O da iş bulamıyor. Türkiye’ye tatile geliyorlar. Antalya ya da İstanbul’u tercih ediyorlar. Ama mutsuzlar…

Yemek sonrası hemen otele dönmedik. Yerel ve genel rehberlerimizle birlikte altı kişilik bir grup oluşturduk. İşporta Pazarı’na gittik. Ana caddenin geniş kaldırımı, baştan başa sergilerle dolmuş. Çoğunluğu gençler. Elektrik tesisatı, pelüş çocuk oyuncakları, giysiler, ayakkabılar var. Ciğerci tezgah açmış, açları doyuruyor. Kaldırımdaki tavukçu lokantası kapanmamış. İki tane sinema açıktı. Kızlı-erkekli gençler “İranburger” adlı filme bilet alıyordu.“Recep İvedik”in CD’leri satılıyordu tezgahlarda. Horasan, Afganistan, Özbekistan, Pakistan’dan gelmiş satıcılar. Bayanlar şal beğendi. Satıcısı, Özbek Abdülşerif. Kunduz kentinden gelmiş. Çekingen duruyor. Sesi cılız çıkıyor. Duruşu tedirgin. 15 yaşındaymış. Türkçe ile kolay anlaşıyoruz. Şalları ondan aldık. Yanındaki İranlı satıcı, imrenerek bize bakıp durdu. Ayrılmak üzereydik. Yakındaki Macit geldi yanımıza. O da 15 yaşında bir Özbek. Gözlerinin çekikliği çok belirgindi. Sıcaklık geçmişti birbirimize…

Molla rejimi, tıpkı bizdeki gibi kayıt dışına göz yumuyor. Fiş yok, fatura yok! Al ve çık! Soran yok, soruşturan yok! Genç nüfus işsiz. Açlıktan nefesi kokuyor nerdeyse! Çözüm, işportaya göz yummak. Ortalıkta zabıta yok! Ne zamana kadar sürecek bu oyalamaca? Bilemiyorum…

SÜRECEK

Bakmadan Geçme