Bir baştan bir uca İran-2
1. GÜN (11 Nisan 2015) İMAM RIZA TÜRBESİ'ni gezeceğiz. Kadınlarımız, 'cadoor' giymeden içeri alınmıyor. İşte başladı...
1. GÜN (11 Nisan 2015)
İMAM RIZA TÜRBESİ’ni gezeceğiz. Kadınlarımız, “cadoor” giymeden içeri alınmıyor. İşte başladı ayrımcılık! Fotoğraf makinesi kullanmak yasak! Kocaman bir kompleks bina. Her taraf ışıl ışıl aydınlatılmış. Çiniden devasa mihrap biçimindeki kapıları var. Sabah ezanı okunuyor. Ayakkabılarımızı görevlilerin –muhafızların mı demeliyim?- verdiği naylon torbaya koyup içeriye giriyoruz. Kadınlar, diğer kapıdan geliyor. Cemaat safta. Alınların tam değeceği yere 3-5 cm çapında daire biçiminde pişmiş topraktan bir taş koymuşlar. “Namaz taşı” denirmiş! Üzerinde Hz. Ali ile ilgili güzel sözler olurmuş. Eğilip kalktıkça bu yazı, alınlarında yer edermiş. Saflarda salt İranlı yok. Suriyeli, Iraklı, Yemenli, Hintli, Pakistanlı var. İmam Rıza Türbesi, dünya Şiilerinin Kâbe’si olmuş. Büyük bir ibadet külliyesi. Tıpkı Sünnilerin Mekke’deki Kâbe’si gibi. Dolaştıkça aynalı, çinili mekanlar görüyor ve fazla gecikmeden otelimize uyumaya dönüyoruz.
2. GÜN (12 Nisan 2015)
Kahvaltıyı uykulu uykulu yapıyoruz. Ancak iki saat dinlenebildik. Pazı otu ile fasulye karşımı yemek vardı. Kaymak, gerçekten kaymak gibiydi. Süt de süt hani! Yeşil zeytinler sertti. Siyahından yoktu. Ekmek olarak yufkanın pişmişi kondu masalara. Üzeri göz göz olduğundan güzel pişmiş..
İmam Rıza Türbesi’ne beş dakikalık uzaklıktayız. Alt geçit var. Hafif sağa dönüp ilerliyoruz. Yolun solunda bir duvar. Üzerine Kur’ân’dan iki sayfa yazılmış! Duvarın arkası garaj. Duvarı dinsel propagandanın pekiştireci haline dönüştürmüşler!?
İmam Rıza, Meşhed’in tarihine damga vuran kişi. Abbasi halifelerinin mirasçısı ve On İki İmam’dan sekizincisi. 817 yılında yediği üzümlerden zehirlenerek burada ölmüş. Yaygın inanca göre bu zehirlenmeden Halife Me’mun sorumluymuş. Bu küçük kente gömülen İmam Rıza’nın kabri çevresinde zamanla bir ziyaretgâh ve türbe kurulmuş, burada (Şehid anlamında) Meşhed şehri gelişmiş. İranlılar ile komşu devletlerde yaşayan Şiilerin en önemli hac mekanıymış. Her yıl 12 milyon ziyaretçi gelirmiş. İran dışında Yemenli, Iraklı, Hintli ve Pakistanlı Şiiler de türbenin devamlı ziyaretçileri arasındaymış. Rehberimiz Aydın; İran-Irak Savaşı’nda en çok Meşhed’den şehit verildiğini açıklıyor. Türbe girişinde siyah takım elbiseli erkek ve siyah “cadoor”lu kadın bulunuyor. Ellerinde Çin malı sopa biçiminde tüylü cam tozu alıcıları var. Türbeye gelen bir kadının saçı görünüyorsa hemen kibarca uyarıyor. Sonra “cadoor” giyilecek yere yönlendiriyor. Erkekler çok rahat! Zaten İslam, bir anlamda erkek dini değil mi? Fotoğraf makinesi emanete bırakılıyor. Ama cep telefonları bu işi görüyor.
Otelimizin 10 adım ötesinde “Pilgrim’s Information” (Hacı Danışma) bürosu var. Yemenli, Iraklı, Hintli, Pakistanlı, Suriyeli Şiiler önce buraya uğruyor. Giysilerinden belli oluyor. Her yıl 12 milyon Şii “Hacı” oluyormuş.
İmam Rıza Türbesi’nin dört bir yanında dev inşaat kuleleri yükseliyor. Türbenin çevresi, ilk olarak 1928’de genişletilmiş. 180 metre uzaklıktaki tüm binalar yıkılmış. 1979’da bu mesafe, 320 metreye çıkartılmış. Kentin gelişimi, türbe çevresinde gerçekleşiyormuş. Sürekli genişleyen ve çoğalan camiler, minareler, avluları dolduran hacılar (ziyaretçiler), sayısız çinilerle ve altın süslü kubbeleriyle 75 hektar büyüklüğünde bir alan olmuş. Konuklar için otel yapılıyormuş. Beş ya da onar yıl arayla genişletilirmiş. Türbe çevresindeki binaların toplu ismi“Harem-i Motahhar” (Kutsal Çevre Yapısı/Kutsal Temizlenmiş Yer). Adımın anlamı “Temizlenmiş” demekti. Kutsal yerlerde geçiyor!
İmam Rıza Türbesi’ne mihrap gibi kapılarından giriyoruz. Mihrap, “Kur’ân yaprağı” demekmiş. Giren kişi, önce duruyor, türbeye yüzünü dönüp bir dua okuyor. Çıkarken de aynı biçimde davranıyor. Hiç arkası dönük çıkılmıyor. Türbeye gelip ağlamadan çıkan bir Şii yokmuş… Türbeyi ziyaret eden, “yarım hacı” sayılırmış. İsminin sonuna “Meşhedî” takısı eklenerek buraya geldiği belgelenirmiş. Adlarımız şimdi “Mutahhar Meşhedî”, “Safire Meşhedî” oldu…
Rehberimiz Aydın önde, Murat Özsoy yanında. Çok kutsal bir mekana girdik. Rehberimiz sıkı sıkı uyarıyor: Türbe sınırları içinde yüksek sesle konuşmayın, hızlı adımlarla yürümeyin, eğleniyor gibi gülüp konuşmayın! Çünkü buradaki herkes sürekli yastadır. Geniş bir avluya geliyoruz. O da ne? Kulağımıza ağıtlar geliyor. Hep siyaha bürünmüş cenaze sahipleri, kapağı olmayan bir tabutun dört ucundan tutulan tahta salda ölülerini taşıyor. Arkalarında ağlaşan kadınlar var. Duyduğumuza göre, önemli bir kişiymiş! Bu nedenle cenazesi buraya getiriliyormuş! Bize yaklaşıp nereden geldiğimizi soruyorlar. Söylüyoruz. Uzaklaşıp arkadaşına aktarıyor, bize doğru bakıp konuşuyorlar. Yanlarına gidiyorum özellikle. Grubun nereleri gezeceğini belirtiyorum. “Kum” kentinin adını duyunca, çok mutlu oluyorlar. Gözleri ışıldıyor sevinçten. Ayakkabılarımızı naylon torbaya koyup kadınlar ayrı, biz ayrı kapıdan İmam Rıza Türbesi’yi gezmeye başlıyoruz. Orijinal türbe, 9. yüzyılda Halife Harun Reşit tarafından yapılmış. 10. yüzyılda saldırılar sonunda yıkılmış ve Gazneli Sultan Mahmud tarafından 1009 yılında yeniden yaptırılmış. 12. yüzyılda Moğollar, türbeye büyük zarar vermiş. Daha sonra tekrar restore edilmiş. 15. yüzyılda Timur’un oğlu Şahruh ve orduları, Meşhed’e dokunmamış ve türbeye büyük saygı göstermiş. Daha sonraları gelen Özbek saldırıları sırasında Meşhed şehrinden dışarı göçler yaşanmış. Özbekler de bu türbeye karşı saygılı davranıp ve herhangi bir zarar vermemişler. 18. yüzyıla gelindiğinde Meşhed’in ve türbenin önemi iyice ortaya çıkmış. Kendisi de bir Sünni olan Nadir Şah, İmam Rıza Türbesi’ne büyük önem vermiş ve genişletmiş. 1912 yılında Rus topçuları, Meşhed’i bombalamış. Buradaki yaygın inanca göre Rus Çarı’nın devrilmesinin en önemli nedeni kutsal İmam Rıza Türbesi’ni bombalamasıymış. Mozolenin üzeri, insanı şaşırtan incelikle işlenmiş ve kafes şeklinde altın ipliklerle örülmüş “zarih” ile örtülü. Örtü, sürekli dokunulmak ve öpmekten yıpranmakta ve eskimekteymiş. Türbenin kubbesi 42 metre çapında ve 7 metre yüksekliğinde tamamı altın kaplı. Kubbede 16. yüzyılın hat sanatı ustalarından Ali Reza Abbasi tarafından Kur’ân’dan sureler işlenmiş. Duvarlar ve kubbenin iç yüzeyi, renkli cam ve aynalarla kaplı. İran süsleme sanatlarından Aynakâri, en büyüğü serçe parmağının tırnağı büyüklüğünde milyonlarca renkli ayna tüm kubbeyi hatta mukarnas süslemeli duvarları kaplamış durumdaydı. Bir tek mum ışığı, bu devasa mekanı aydınlatmaya yeter de artarmış bile! İlginç ve mükemmel desenler oluşturmuş, müthiş bir görsellik yaratılmış. İçerisi apaydınlık oluyor. Ana binanın iki yanındaki iki minare de tamamen çiniyle kaplı ve işlemeli. Bu minarelerin birbirine paralel durmadığı ve simetrilerinin bozuk olduğunu söyledi rehberimiz. Böyle yapılmasının özel nedeni, İmam Rıza Caddesi’nden gelen ziyaretçilerin görüş açısına göre türbenin düzgün bir simetriyle görünümünü sağlamak isteğiymiş. Herkes ya elindeki kitaptan bir dua okuyor, ya namaz kılıyor ya da ortalığı dinliyor… Bir Sünni, Kabe’de ne hissediyorsa aynısını da bir Şii burada hissediyor. İlk bakışta abartılı geliyor ama Kabe’yi düşündükçe yadırgamamaya, hak vermeye başlıyorsunuz. Birer Sünni olarak İmam Rıza’nın türbesine dokunuyoruz. Dokunulan yerler, pirinçten ve parlamış. Kadınlar tarafında coşku daha fazla. Ağlayışları, yakarışları bize kadar ulaşıyor. O tarafta da siyah renkte “cadoor” giymiş kadın şeriat polisi var. Elindeki toz sileceğiyle abartılı davrananları uyarıyor…
Namazda farklılıklar var. Sabah namazı, iki rekat. Çoğunluk evinde kılıyor. Öğle ve ikindi namazları birleştirilmiş. Toplam 4+4=8 rekat olmuş. Akşam ve yatsı da bir seferde kılınıyor. 3+4=7 rekat. Hep FARZları esas alıyorlarmış. O yüzden namazlarının süresi uzun olmuyor. Ayakta iken eller, göbeğin üzerinde bağlanmıyor, yanda sarkık halde duruyor. “Namaz taşı” hepsinde var. Namaz kılarken önlerinden rahatça geçebiliyorsunuz. Namaz bozulmuyormuş. Rehberimiz Aydın’ın aktarımı ve gözlemim şimdi bunlar. Ayrılırken, “cadoor”lar veriliyor.
Halı Müzesi’ne yöneliyoruz. İran’ın her yerinden getirilmiş halılar sergileniyor. Buradaki en ilginç parça, Yedi Sevgili Şehrin Halısı. Yapımında 10 bin kişi çalışmış ve 14 yıl içinde toplam 30 milyon kadar düğüm atılarak tamamlanmış. Kitapçık yok! Her halının altındaki azıcık bilgiyle yetiniyoruz.
Muze-ye Markazi (Merkez Müzesi)’ne giriyoruz. Buradaki en büyük müze, üç katlı. Giriş katında Kacar döneminden kalma, bir yüzü altın bir yüzü gümüş kaplama 800 yaşındaki bir ahşap kapı muhteşemdi. Kapının üzerinde hat sanatıyla Kur’ân’dan bazı sureler işlenmiş. Kapının hemen yanında 18. yüzyıldan kalma binlerce küçük inci ile işlenmiş bir seccade ilginçti. Ayrıca 1215 yılından kalma taştan mihrap ve bir ton ağırlığındaki taştan su tankı dikkatimizi çekiyor. Cennetin neye benzediğini ölümsüz minyatürleriyle betimleyen İran’ın büyük minyatür sanatçısı Mahmut Farsciyan’ın önemli bazı eserlerinin orijinalleri sergileniyor. “Beşinci gündeki yaradılış” ve “Aşure günü öğleden sonrası” dikkat çekiciydi.
NEWROZ; İran’da yeni yılın başlangıcı, 21 Mart her yeni yılın İLK günü. Bu İLK günde HEFT SİN-Newruz Sofrası kurulurmuş. Son derece ilginç olan sofraya S harfi ile başlayan ve her biri muhteşem bir derinlik içeren 7 sembol konurmuş. Bunlar Sib (Elma, güzelliğin ve sağlığın simgesi), Sebzi (Buğday-arpa ya da mercimek sürgünü, yeniden doğumun simgesi), Sumak (İlkbahar güneşinin rengi), Sir (Sarımsak, tıbbın simgesi) ve Semenu (bir çeşit tatlı, zenginliğin simgesi). Ayrıca ayna (güzellik), iki uzun mum (aydınlık), balık (21 Mart ile elveda denilen balık burcunun simgesi), su dolu gümüş kasenin içine konan portakal (uzayda gezen dünya) ve 2 kutsal kitap (İncil, Kur’an ya da Avesta’dan birine Firdevsi’nin Şahnamesi ya da Hafız’ın Divanı eşlik eder) Newroz Sofrası’nda yerini alırmış. Sofrada kadim bir medeniyetin bilime, tıbba, astronomiye ve şiire olan tutkusu canlanırmış. Kocaman demirden yapılmış bir kapı gibi bir aracın karşısındayız. İki tekerleği var. Dileği yerine gelmiş iki erkek, kentin ana caddesinde sürermiş. Demirden arslan heykelleri asılmış. Üzerinde daha pek çok eşya var. Önde bu araç, arkada insanlar ana caddede NEWROZ kutlanırmış. İmam Rıza Türbesi, belli bir zaman sonra değiştirilmiş. Önceki hali sergileniyordu. Fotoğrafları var. Çıkarken kapıda ilkokul öğrencileriyle karşılaşıyoruz. Tepeden tırnağa siyah “cadoor” içindeler. Türkiye’den geldiğimizi belirtip bayan öğretmenlerle iletişim kuruyor, birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Ülkemizin de böyle olacağı derin kaygısı içindeyiz! Çocuklara biraz da o gözle acıyarak bakıyoruz. Önce otelimize gidip ardından aracımıza atlayıp ayrılıyoruz derin ağıtların, acıların rengini, ruhunu yasla boyadığı Meşhed’den…
SÜRECEK
Bakmadan Geçme





