Bir baştan bir uca İran-16
12. GÜN (22 Nisan 2015) MESCİD-İ KABUD–GÖK MESCİD: Mavi çinilerinden dolayı bu ad verilmiş. İçindeki ve...
12. GÜN (22 Nisan 2015)
MESCİD-İ KABUD–GÖK MESCİD: Mavi çinilerinden dolayı bu ad verilmiş. İçindeki ve dışındaki kobalttan yapılma çinileri yüzünden “İslâm’ın Turkuvazı” olarak bilinirmiş. Cihan Şah, güçlü olduğunu göstermek için yaptırmış. Akkoyunlular-İlhanlılar dönemine ait. Şiddetli depremde % 85’i yıkılmış. 3200 yıllık mezarlık yok edilmiş. Mescidin hem içinde hem dışında mavi çiniler var. 1000 usta 10 yılda bitirmiş. En küçük çiniler burada. Kırılmadan kesilmiş küçük küçük. O dönemin tekniğiyle nasıl becermişler şaşırdık kaldık! 220 yıl önceye kadar mescid kullanılmaktaymış. 140 yıl önce korumaya başlanmış. Ama 100 yıl öncesinde yağmalanmış. Restorasyon yapılan yerler açık renkteydi. Koyu olanlar, gerçek çini. Tavanı çok büyük. Sesimizin iki kez yankılandığına tanık oluyoruz. Cihan Şah’ın özel bölümü kobalt -İslam’ın turkuvazı- renginde. Tabanı mermerden. Sarı olan yerler altından. Bugünün teknolojisiyle aslı gibi yapılamıyor ne yazık ki. Mermer, oniks. Işığı yansıtıyor. Restorasyondaki genel kural, farkın belli edilmesiymiş. Orijinalinden ayrılmasını sağlamakmış. Bunu gözlemledik.
Tebriz’in zengin bölgesine, VALİASR MAHALLESİ’ne geldik. Burada yeni bir Tebriz inşa edilmiş. Paris’in Şanzelizesi olur da Tebriz’in olmaz mı? Araç trafiğine kapatılmış. 10 metrekarelik dükkan, 4-5 milyon liraymış. 100 metrekare evler, 600-700 milyon liradan satılıyormuş. Akşamları piyasaya çıkarmış gençler. Mercedes’ten düşük modelde arabaya rastlamadık. Her şey pahalıydı. Avrupa’nın tüm ünlü markaları, burada şube açmış. Apayrı bir yaşam sürüyor. Mollalardan önce kabaresi bile olan Barlar Sokağı varmış. Tebrizliler, burayı çok severmiş. Şarap, viski satılırmış. Şehr-î Naz olan adını Şeraiti olarak değiştirmiş rejim. Tebriz’in merkezi, Saat Meydanı. 85 yıl önce Alman mühendis yapmış. Belediye olarak kullanılmış. 200 yıl önce Ermeniler yaşarmış. Üç tane kiliseleri varmış. Bugüne kadar ancak bir tanesi kalabilmiş.
13. GÜN (23 Nisan 2015)
DÖNÜŞ: Gece 02:00’de uyandırıldık. Yarım saat sonra ayrılacağız otelden. Vakit geldi ama bir türlü ayrılamıyoruz çünkü arkadaşları ikide bir danışmadan çağırıp duruyorlar. Neymiş; küçük buzdolabındaki şişenin kapağını oynatmışız, ödemeden kaçıyormuşuz…Hiçbirinin aslı astarı yok! Hiç kimse bir damla su bile içmemiş, şişeyi açmamış. Kendi çalışanlarının kusurlarını bize yükleme çabası, sonunda boşa çıktı ve otelden gecikmeli olarak ayrıldık. Aracımız, dağların ardından geçip düzlükteki havalimanına geldi. Bir şehidin adını vermişler. Kuyruğa girdik, bekliyoruz. Ama ilerleme yok! Meğer internet kesikmiş! Bir saat ayakta bekledik. Kontrolden geçtik. Tam köşeyi dönmek üzereydim ki “Pasaport kontrol!” diye bir ses duydum. Yirmi yaşlarında genç bir asker sesleniyordu. Yaka bağır açık, koltuğa kaykılmış. Yanında sivil biri duruyor. “Az önce kontrolden geçtim. Bu nedir şimdi?” diye sinirli biçimde sordum. Sivil olanı yatıştırıcı bir ses tonuyla, “Pasaport polisi” dedi. Pasaportumu uzattım. Şöyle üstünkörü baktı ve geri verdi. Özür dileme yok! Ohh be, kurtuldum sonunda… Kadınlar, ayrı bir arama noktasından geçiyordu. Rehberimiz Aydın ile 13 günlük beraberliğimiz, tatlı biçimde sonlanmak üzereydi. Tek tek hepimizle helalleşti. Bekleme salonu rahat. Humeyni-Hamaney ikilisinin fotoğrafları, boş olan her yere asılmış. TV’de Ayetullah’ın biri, Farsça vaaz veriyor. Sabahtan akşama hep böyle. Onlar gibi düşünmeyenlere rahat yok! Ha bire kafa ütülemekle meşguller! Uçağımız, yarım saat gecikiyor. Pistte bizi uçağa kadar taşıyan körüklü otobüsün arkasını kadınlı erkekli dolduruyoruz. İranlı tutsak edilmiş kadınların özgürlüklerine bir an önce kavuşması dileğiyle… Uçak havalimanından ayrılır ayrılmaz pek çok kadın yolcu, başlarını açarak kendi istedikleri yaşam biçimine dönüveriyorlar. İran’ın hemen hemen her coğrafyasına bir baştan bir uca tanıklığımız, acı tatlı anılarla sonlanıyor… 03 Ocak-03 Şubat 2017
SON