Bir baştan bir uca İran-15

12. GÜN (22 Nisan 2015) TEBRİZ, deprem bölgesi. 240 yıl önce çok şiddetli bir deprem yaşanıyor....

12. GÜN (22 Nisan 2015)

TEBRİZ, deprem bölgesi. 240 yıl önce çok şiddetli bir deprem yaşanıyor. Neredeyse tüm tarihi eserler yıkılıyor. 100 yıl önceki Rus Savaşı’nda Tebriz halkı aç kalır. Kum yiyerek hayatta kalır. Bu yüzden çok tutumlularmış. Hep yarını düşünerek yaşarlarmış. Ağaçlandırma yapılmış ama su yok. Çözümü şöyle bulmuş: 10-15 litrelik su deposunu yüksek bir yere koymuş. Su eklenmiş bittikçe. Ağaçlar; toprağa kök salıp başını kurtarıncaya, suya ulaşıncaya kadar sürmüş bu işlem. 5-6 metrelik beton elektrik direkleri dikiliyor. En küçüklerinden aktarma trafosuyla bahçeye elektrik hattı çekiliyor. Böylece çatısı teflonlu ev aydınlanıyor. Önüne sulama amaçlı havuz yapılıyor. Artezyen açılıyor. Böylece dere, tepe, dağ, yemyeşil oluveriyor. Tuzlu Mayana Dağları sonrası toprak renginde köyler görüyoruz. Yeşili yok çünkü toprağı tuzlu. Dağın eteğinde toprak renginde bir yaşam. Ama sürüyor… Ne menem bir yaşamdır ki? Miyanduab (Miyanek) yol tabelası önündeyiz.

Otoyol üzerinde. Heshtru noktasındayız. Erzurum çarşılarında gördüğümüz iki insan boyunda dev bir semaverde çay demleniyor. Yol üzerinde bir büfe. Türkçe anlaşıyoruz. “Vatan insana hoş gelir” diye selamlıyor bizi Tebrizli büfeci. Karşımızda, sağımızda, solumuzda toprak renginde evler var. Kaderleri de tek renk, soluk ve cansız. Toprak kıraç, verimsiz. Yağmur suyuyla hayat sürmek zorunda. Ne kadar sürerse… Size Tebrizli şair

Şehr-i Yâr’dan Azerice bir dörtlük seçtim:

“Heidar ildırımlar çakanda

Seller sular şakırdayıp akanda

Kızlar sana sef bağlayıp bakanda

Selam olsun şev çetuva eliva”

Tebriz: Ateşe düşüren yer. Her şeyi güzel; havası, suyu, bitki örtüsü. Meşhed: Şehitlik kenti. İsfahan: Evrenin yarısı. Şiraz: Şairler kenti.

Önümüzdeki otoyoldan Mersin ve Mardin’den gelen tırlar vızır vızır geçiyor. Tırların depoları kaçak mazot dolu. Rüşvetin adı, kayıt dışı ödeme oluyor. Alan da veren de memnun. Sürüyor, sürecek de…

www.heidarbaba.ir Dondurma vb. şeylerin markası.

Tebriz, Şah İsmail’in memleketi. Azeriler Çaldıran Savaşı’na “Çaldıran Çırpışması, Çaldıran Cengi, Çaldıran Davası” diyor.

“Uzun vadede kalemi tutan el kazanır” dermiş Farslar. Bu nedenle yönetimi kimseyle paylaşmıyorlar İran’da. Her şeye egemenler.

Sürücümüz Azeri Afşin, askerdeyken içtiği içki yüzünden 80 ŞALLAK (kırbaç) cezası alıyor. Ciğerinden kan gelinceye kadar kırbaçlanmış. Bir ay boyunca yüzükoyun yatmış, anca düzelmiş. Tezkeresi 90 gün uzamış.

Tebriz, İran’ın 4. büyük kenti. 10 km yakınında başka bir kent daha kurulmuş. Evleri daha ucuzmuş. Modern bir yapılaşma vardı. Ağaçlandırma yeni başlamış.

EL GOLİ (EL GÖLÜ-ŞAH GÖLÜ): Milletin Gölü diye de bilinirmiş. Gölün çevresindeki evler pahalıymış. 200-300 metrekarelik evler yapılmış. Önceden Şah Gölü denirmiş ama Tebrizliler, Şah Goli demeyi sürdürüyormuş.

BAG SABZ RESTAURANT: Tebriz’in hemen girişinde. Buraya özgü yemeğinden-atıştırmalığından yedik. “Taht”lar yapılmış. Uzun çömelip oturuyorsunuz. Çöreğin içine haşlanmış patates -Azeriler yer alması diyor- yumurta konuyor. Üstüne tereyağı sürülüyor. Tuz ve karabiber serperek afiyetle yeniyor. Yanında içecek olarak ayran da var.

Tebriz’deki halkın %30’u çok zengin, %20’si orta halli, kalan %50’si ise fakirmiş. UNESCO, geçen yıl (2014) en temiz kent seçmiş. Herkes kendi kentinde çalışırmış. Nüfusu 2 milyon. Halısı, kurabiyesi, fıstığı başlıca güzellikleriymiş. Kentin ikinci güzel otelinde konaklayacağız. Tebriz, iki dağ arasına kurulmuş. Ortasından Acı Çay geçiyor. Toprakları kırmızı renkte. Kent, sağındaki Aynalı Dağlar’ın eteğine yapışmış gibi. 240 yıl önce şiddetli bir deprem olmuş. Nüfusun %70’i ölmüş. DAŞ KÖPRÜ, 120 yaşında. Tebriz’e devlet yardım etmiyormuş. 110 yıl önce zengin bir kadın, kendi parasıyla bu köprüyü yaptırmış. Adını KARI KÖPRÜSÜ diye değiştirmişler. Azerice; kuyumculuk=bakır, altın=kuyumcu, sarraf=döviz demekmiş. Azeri kadınların sol elleri çenelerinde. “Cadoor”ları açılmasın diye tutuyorlardı. BÜYÜK ÇARŞI: Sekiz kapılı, büyük mü büyük bir çarşı. Her meslek, ayrı bir bölümde. Halıcılar, kuyumcular, bakırcılar, baharatçılar, dericiler, manifaturacılar, tatlıcılar, manavlar… Bizim Osmanlı döneminin kapalı çarşıları gibi. Çimento girmemiş. Her yere toz-toprak kokusu sinmiş. Tebriz halkı, her ihtiyacını buradan karşılıyormuş. Biz de grup olarak dolaşıp biraz yüksek sesle konuştuğumuzdan çok dikkati çekiyoruz. Güler yüzle bakıyor, alışverişlerde yardımcı oluyorlar. Soru soranları da var. Dükkanlarda ya Humeyni ya da Hamaney’in fotoğrafları asılı. Halılara işlemişler. Şah, Azerice konuşmayı yasaklamış. Humeyni ise konuşulmasından yana. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nın 15. maddesine “İran’ın resmi dili Farsça’dır ve Frasça’ya ek olarak yerel ve aşiret dillerinin basında ve kitle iletişim araçlarında çocukların edebiyatlarını öğrenmeleri için okullarda öğretilmesine izin verilmiştir” yazılarak bu hak tanınmış! Şah’ın Azerice yasağına çok tepkili olan Tebrizliler, devrilmesine büyük destek veriyor. Kum kentinden sonra ayaklanıyorlar. Büyük Çarşı esnafı önderlik ediyor. Humeyni’nin orta sınıf esnaftan güç aldığı, sıklıkla vurgulanır. Halkın Mücahitleri, İran Komünist Partisi (TUDEH) ve diğer örgütler, Humeyni’yi demokrasi getirecek diye destekledi ama sonrasında Humeyni, hepsini tek tek idam etti. Beş yıl dolmadan karanlıklara gömüldü İran.

“KAFASI OLMAYAN MOLLA OLAR!” Büyük Çarşı’yı gezdik, tam da çıkmak üzereyiz. Kendi yurdumuzdaymış gibi Azeri gardaşlarımızla selamlaşıyor, ayaküstü söyleşiyoruz. Mesut da onlardan biri. Halıcıymış. Tam öğle vakti acele eve yetişmeye çalışıyor. Önünden geçtiğimiz okulda kimlerin okuduğunu soruyorum.

– Burada mollalık yapırlar.

– Peki, senin çocuk var mı?

– Helbet! Ellerinden öper, bir oğlum bir kızım vardır.

– Ne okurlar?

– Kız daha küçük. Oğlan beden sağlık okir.

– Doktor mi olir?

– Hee hee!

– Peki, burada niye molla okutmadın da uzaklara gönderdin?

– Kafası olmayan molla olar! Menim oğlan kafalidir…

Konuyu siyasete yönlendirmek istedim:“N’oldi size, bu hallere düştünüz?” Sesini biraz alçaltarak yanıtladı:“Sizler bize danışıksınız. Hele söylüyem. Bize kötülik oldi, Mollalar bizi kandırdı…” Kestirmeden olan biteni anlatıvermişti. Üstelemedim daha fazla. Tüm içtenliğiyle bizi yemeğe çağırdı. Teşekkür ettik. Arkasından bakarken derin bir hüzün kapladı içimizi…

AHAD HÜSEYİN (1975-1980): Tebriz’deki tüm heykelleri yapan heykeltıraş. Fransa’da yaşamak zorunda kalmış. Kaçmış açıkçası. AZERBAIJAN MUSEUM (1957): Azeri kültürünün etnolojik eserlerini barındırıyor. Ayrıca arkeolojik buluntular da var. Kent merkezinde, yol üzerinde. Değişik renkte türban takmış kız öğrenciler de gezmeye gelmiş. Ama bizim kadınlarımız, onlar için daha önemli oluyor. Birlikte fotoğraf çektirmeye can atıyorlar. İçlerindeki çağdaş kadın olma isteği, dışa vuruyor gibi hissediyoruz. Bu tutumla hemen her yerde karşılaşıyoruz.

SÜRECEK

Bakmadan Geçme