Bir baştan bir uca İran-14

11. GÜN (21 Nisan 2015) CAM SERAMİK MÜZESİ: Kentin bir mahallesindeydi. Daracık sokakta gizlenmiş. Önceden bir...

11. GÜN (21 Nisan 2015)

CAM SERAMİK MÜZESİ: Kentin bir mahallesindeydi. Daracık sokakta gizlenmiş. Önceden bir tüccarın iki katlı eviymiş. Hazar Denizi kıyılarından, Kashan ve Persepolis’teki kazılardan çıkan cam ve seramik eserler sergileniyordu. İncecik camdan yapılmış sürahiler, bardaklar… Kısa sürede gezdik. Çift taraflı dönerli merdiveni şahaneydi. Asker ile sivil memur birlikte koruyordu.

EVLER yapılışlarından zengin özellikler taşıdığını ele veriyordu. Farklı olanları da vardı. Gazete kâğıtları ile kaplanmış, camları kırık, neredeyse güneşten çürümek üzere olan perdelerle sıkı sıkıya örtülmüş pencereleriyle bir kez bile temizlenmediği izlenimi veriyordu… İçindeki yaşamı ele vermeyen, terk edilmiş evlerdi sanki. Alt ile üst katları birbiriyle bağlantısız izlenimi veren apartmanlar çoktu. Bir şeyler gizleniyor, saklanıyor gibi geldi bana…

NATIONAL MUSEUM OF IRAN / MUZE-YE IRAN BASTAN (İRAN ULUSAL ARKEOLOJİ MÜZESİ): Kapısı bir şaheserdi. Pişmiş tuğladan yumurta biçiminde yapılmış. Tuğlanın o sıcak turuncusuyla kucakladı bizi. 300 bin civarında eser kayıtlıymış. Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Bronz ve Demir çağları ile Med İmparatorluğu’nun izleri, Selçuklu ve Sasani Devleti’nin izlerini taşıyan nadide eserlerle karşılaştık. Tarihi Şuş kentinde bulunmuş ve Hammurabi’nin kanunlarını gösteren aslı Paris’teki Louvre Müzesi’nde olan kil tablet, M.S. 3. ya da 4. yüzyılda yaşamış bir madencinin öldüğünde tuzlu bir ortamda kalıp günümüze kadar çok az bozularak gelen “Tuz Adam”, Persepolis’te bulunmuş. I. Darius’u gösteren büyük bir rölyef, altın tabletler ile bronzdan bir köpek ve üç aslan figürü aklımda kalan eserlerden sadece birkaçıydı. Park-e-Shahr’ın iki sokak yakınındaydı. Kentin göbeğinde kalmıştı. Bizim gibi pek çok turist grubuyla bir aradaydık. Her öğrenim düzeyinden öğrenciler gelmişti. İran’a geldiğimizden bu yana Sanat Tarihi adına ilk kez doyurucu bir müzeyi geziyorduk.

BANKAlarda faiz oranı % 12. Bize göre çok yüksek. Haram filan denmiyor. Krediler ucuzmuş. Örneğin; 1 milyonluk kredi yıl sonunda 1 milyon 300 bin olarak ödenirmiş. Herkese kolaylıkla verilmezmiş. Bankaları Yüksek Kurul denetlermiş.

SÜPERMARKETler tıpkı bizdeki gibi. Fiyatları kıyasladık. Bizden daha ucuz. Tebriz ise Tahran’a göre daha ucuzmuş.

İNŞAAT, almış başını gidiyor…Tahran’ın güneyi çok katlı evlerle dolmuş. Geniş geniş parklar unutulmamış. Burada inşaat, betonarme ya da demir iskelet ile kotarılıyor. İskeletin araları briket ya da tuğlayla doldurulup örülüyor. Çok kısa sürede bitiveriyor inşaat. “İran, tuğladan bir dünya yaratmış” dense yeridir. Üniversiteler ile devlet binaları betonarmeden. Halkın ise tek katlı tuğladan evleri var.

KARAJ, Tahran’a 7 km uzaklıkta 7 milyonluk bir kent. Halkı, Tahran’a çalışmak için her gün gidip geliyormuş. İleride birleşecek deniliyor. Sabah ve akşam saatlerinde bu yollar, ana baba gününe dönermiş. Olur da denetlenir, ceza yeriz diye trafik kontrol noktasına varmadan kemerlerimizi bağladık. İlk kez oluyordu, şaşırdık. Yol kenarlarında çaycılar türemiş. Demek ki yolda çok bekleme oluyor. Bu 7 km yolu, bir saatte geçermiş Karajlılar. Yol boyunca mazottan elektrik üreten santraller görüyoruz. Çevreyi kirletiyorlar.

Safevi Devleti’nin 50 yıllık başkenti KAZVİN‘e alışık olduğumuz üzere Kur’ân Kapısı’ndan girdik. Halkı Türk’müş. Kendilerine sorarsan Fars diyorlarmış. Anne-baba Azeri ama kendilerini Tahran’a yakın göstermek isterlermiş. Eyaletin başkenti, TAKİSTAN (Üzüm ülkesi). Tak=Üzüm asması demekmiş. Üzüm bağlarının olduğu yere geldik. Nüfusu üç yüz bin. Kazvin’in eski evlerinde kapı kulplarının cinsiyeti varmış. Tok sesli ve ağır olan kapı tokmakları erkekler, ince ve narin ses çıkaran hafif tokmaklar ise kadınlar içinmiş. Evdekiler böylelikle kapının sesinden gelenin cinsiyetini anlar, tatsız kazalar önlenirmiş!

İMAMZADE HÜSEYİN TÜRBESİ: İmam Rıza’nın oğlu Hüseyin’in türbesine geldik. Tam öğle vakti. Ortalıkta in cin top oynuyor. Türbedeki her oyukta bir kişi, dinleniyor, uyuyor. Kimileri kahvaltı yapıyor, yemek yiyor. Avluya İran-Irak Savaşı şehitleri gömülmüş. Kimlik bilgileri yazılmış. Aralarında 13 yaşında olanı var. Dilekte bulunanların attıkları paralarla kurbanlar alınıp etleri yoksullara dağıtılıyormuş. Türbedeki “Cadoor”lu kadınlar eşime soruyor:“Şii misiniz?, Sünni misiniz?” Yanıt:“Sünni’yiz. Ama Alevilere yakınız.” Bekledikleri gibi olmuyor. Dilekte bulunuyorlar:“Keşke Şii olsaydınız, ne güzel olurdu…”

ULU CAMİ: Selçuklu eseri bir cami. 900 yıl önce yapılmış. Güneş Saati, avludaydı. İçeride şaşırtıcı bir durumla karşılaşıyoruz: Ortada minberde Şii imam, soldakinde Sünni imam ve sağdakinde diğer dinler ibadetlerini yapıyor. DİNLERİN KARDEŞLİĞİ GERÇEK OLMUŞ… Bir Kazvinli, “Merhaba, hoş gelmişsiniz Büyük Kardaş!” diye sesleniyor. Türkiye, onların gözünden böyle görülüyor. Ardından İbrahim Tatlıses’ten “Mavi mavi çeş mavi” nakaratını söylüyor. Sıcacık bir karşılaşma bizler için.

State Welfare Organization (Devlet Refah Kurumu), bizdeki FAK-FUK-FON’un aynısı bir kurum. Aracın camından gördüm tabelasını, merkezini. Molla Rejimi; yoksulu ölmeyecek kadar beslemeyi, isyan etmeyecek kadar rahat ettirmeyi öğrenmiş. Bu İngilizce yazılı tabelayla da sosyal yardım yaptıklarını gösteriyorlar. Yine beni şaşırtan bir olay daha.

Önünden geçtiğimiz hastanenin adı Pasteur. Sanırım yıllar önceden var olan bu adı, değiştirmek istememişler.

ZİNCAN eyaletine doğru ilerliyoruz. Verimli topraklar, meyve bahçeleri, ekin tarlaları Kazvin’de başlamıştı. Zincan’a doğru sürüyor.

TURİZM; İran’ın cankurtaranı olabilir. Çünkü döviz getiriyor. Yılda 200 bin turist geliyormuş. Sekiz bin rehberden anca 80 tanesi iş bulabiliyormuş. Amerikalılar çok para harcıyormuş. Rehberler, Amerikalı turistlerle bizdeki gibi konuşmaya korkarmış. Çünkü turist, internete izlenimlerini yazdığında istihbarat okurmuş. Zaten günde iki kez rehberin ifadesini alıyorlarmış. ABD’de Şah’ı tekrar geri getirmek isteyen İranlılar varmış, televizyon yayını yapıyorlarmış. Genel bir kuraldır: ABD’de her iktidarın bir yedeği bulundurulur. ABD, hiçbir zaman tek ata oynamaz!

Çarşıda rahat geziyoruz. Geleneksel el sanatları içinde bıçak yapımı gelişmiş. Kaliteli bıçaklarından biz bir tane, diğerleri birkaç tane birden alıyor.

SOLTANİYEH DOME (SULTANİYEH KUBBESİ): UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Dünyanın 3. Yüksek Kubbesini geziyoruz. Yüksekliği 48.5 m, kubbenin çapı ise 25.5 m. Birincisi, Floransa’da. İkincisi Ayasofya. İlhanlı (İlk-hanlı) Sultanı Muhammed Hüda Bandeh (Olcaytu) tarafından Ermeni ustalara yaptırılmış. Çoğunlukla tuğla kullanılmış. Kubbesine çoğunlukla turkuaz çini döşenmiş. Kuzey ve güney yönünde iki kapısı var. 16 sur ile çevrilmiş. Sekizgen görkemli bir yapı. Temelden itibaren restorasyon yapılıyor. Bitmesini istiyorsunuz bir an önce. Korumalığını yapan Fariba ve Hüseyin ile kolaylıkla anlaşıyoruz. Her ikisi de Azeri Türkü. Derinden derinden Hafız’ın şiiri geliyor kulağımıza. Hz. Ali’nin mezarı buraya taşınmak isteniyor. Ayetullahlar, İslamiyet’te mezarın taşınmasına yer yok diye izin vermiyormuş. İsfahanlı Ali ve iki arkadaşıyla tanışıyor, söyleşiyoruz. Ali, endüstri mühendisi. Ama ticaret yapıyor. Azeri olduğundan iş bulamamış. “İran, sizce nasıl görülüyor? Seviliyor mu?” diye soruyor. Ne cevap verilir buna?

SÜRECEK

Bakmadan Geçme