Bir baştan bir uca İran-12

9. GÜN (19 Nisan 2015) TAHRAN yolundayız. Trafik, İstanbul gibi yoğun. Yaşanmaz bir kentmiş. Demir fabrikaları,...

9. GÜN (19 Nisan 2015)

TAHRAN yolundayız. Trafik, İstanbul gibi yoğun. Yaşanmaz bir kentmiş. Demir fabrikaları, İsfahan’da kaldı. İsfahanlılar paranı alır, geri vermezmiş. Yani tüccar milletmiş. %70-80’i zenginmiş. NASRETTİN ŞAH, yenilikçi bir kişiymiş. Pek çok yeniliği ülkesine taşımış. İran’ın 2. Mahmut’u dense yeriymiş. Çok sevilirmiş. Çay bardaklarında resmi var.

ÇEMKERAN, Kum kentine 6 km uzaklıkta bir kent. Aynı adlı İmam-ı Zaman’ın yaptırdığı küçük bir camisi var. Meşhed’den de büyük. İranlılar, dilek dilemek için buraya akın ediyor. İsfahan Teknoloji Parkı sağda. Denizden 1570 metre yukarıdayız. Dağlar, fabrika reklam panolarına rastladık. Otoyol; üç gidiş üç geliş. Hız sınırı 120 km. Bizde de çok. (Yap-İşlet-Sömürt) ya da (Yap-İşlet-Yürüt) yöntemiyle işletiliyor. Özelleştirmenin diğer adı. Çölde gidiyoruz. İran Çölü (Deşt-i Kebir) taa Tahran’a kadar uzanırmış. Çölde koyun sürüsüne rastlıyoruz. Ne yiyecekler? Makiler karın doyurur mu?

AFTAB REST AREA – AFTAB DİNLENME ALANI: Çölde ağaçlandırılmış bir bölge. Dinlenme alanı yapılmış. Mescidi gösteren kadın resminde yuvarlak bir yüz var, diğer bölümler siyah renkte. Kadının rengi bu. İran’daki çöl, Suudi Arabistan çöllerinden farklı. Ağaç dikilse, bakılsa yetişiyor. Yeter ki kafalar çöl olmasın! Natanz Steel Making Complex, çöldeki bir çelik fabrikasının adı. Çölde gizlenmiş gibi. Netanz, nükleer santralın kurulduğu yer. Ama engelleniyor.

GASHAN-KASHAN: İsfahan eyaletindeki ikinci kent Kashan’a varıyoruz. Tam çölün ortasında. 250 bin kişi yaşıyormuş. Gülsuyunun en güzeli burada üretilirmiş. Meşhed’deki İmam Rıza’nın Türbesi, bu gülsuyuyla yıkanırmış. Dümdüz bir coğrafya. Trans-İran Demiryolu’nun güneydoğu kolu üzerinde kurulmuş. Kente girişte Ahmedinejad döneminde yapılan “Mesken-i Mihr” toplu konutlarını görüyoruz. Nejad, evleri parası olmayanlara dağıtmış. Yapımı 1-2 yıl sürmüş. Çok ucuza mal olmuş. Bittiğinde çok değerlenmiş. Ulaşımı zormuş. Burada küçük ağaçlar var. İsfahan’a hiç benzemiyor. Sanki bakılmıyor. Seramik ve sırlı çini merkeziymiş. Yünlü ve ipekli halılarıyla ünlüymüş.

FİN BAHÇESİ: UNESCO Kültür Mirası Listesi’ndeki Ortadoğu ile dünyanın en güzel, tarihi ve nadide bahçesine geldik. Sağlı sollu serviler karşıladı bizi. Ortada su kanalı. Aşağıya doğru akar verilmiş. İki yüzyılı devirmiş ağaçlar. Ortalık serin. Aralara yeni genç fidanlar dikilmiş. Kenarlarda her daim yemyeşil ve dayanıklı taflanlar. Gülsuyu (Rose water) satılıyordu girişte. Dutlar olmuş. Salatalıklar kütür kütür. O kadar taze. Bahçede sürekli dua okunuyor. Burayı Kerim Han Kalesi’ni yapan mimar yapmış. Tıpkı bir kale. Hamamı var. En çok sevilen vezir Emir Kebir, hamamda öldürülmüş. Turistler, Kashan’da eğlence ve konaklama için 1-2 gün kalıyormuş. Kashan’da bir çeşme var. Dağda olduğundan su kolayca akıyor. Turkuvaz renkli çini döşeli su yalakları ile fıskiyelerden akıp gidiyor sular. Ortadaki havuza ziyaretçiler, dilekleri olsun diye kâğıt para, madeni para, kredi kartı atmış. Grupça “Yurdumuzu Tayyip’ten kurtar!” diye dilekte bulunduk!? Ardı ardına üç tane havuz yapılmış. Belli bir eğim gözetilmiş. Havuzlardan birbirlerine doğru su yolları açılmış. Deveboynu gibi kıvrım kıvrım olmuş. İkinci şah, ikinci sarayı yaptırmış. Saray, 400 yaşında. Saraydan şehre su gidiyor. İran’ın II: Mahmut’u olan Nasrettin Şah’ın veziri Emir Kebir yaşamış bu sarayda. Şahın kız kardeşi ile evlenmiş. Bizdeki Kanuni ile Pargalı İbrahim gibi. Aynı olaylar yaşanmış. Fin denmesinin özel bir anlamı yok! Şahlar, aile bireylerinin, savaşların resimlerini duvarlara, kubbelerin içlerine, tavanlara yaptırmış. Minyatür tarzında, turkuvaz rengin baskın olduğu hoş resimlerdi. Kubbelerin iç bölümlerinde yüzyıllara meydan okumuşlardı. Doğal boyadan yapılmış olduklarını sanıyoruz. Yoksa bu kadar yıl nasıl dayanabilirlerdi?

HAMAM: Pers bahçelerinin belirgin özelliği, mutlaka hamamı olmasıymış. Bu hamamda Nasrettin Şah’ın veziri Emir Kebir katledilmiş. Bir insan boyu yüksekliğinde. İçeri giriyoruz. Mumyalarını yapmış, canlandırmışlar olayı. Emir Kebir’in babası, sarayın aşçısıymış. Sarayda büyümüş. Nasrettin Şah’ın annesi Kebir’le evlenmek istiyor ama kızı nasip oluyor. Bu bir sorun yaratıyor. Kebir, Nasrettin Şah’a oğlu tarafından kötüleniyor. Şah sarhoşken oğlu, babasının yüzüğünü çalıp Kebir’in beş yıl Kashan’da kalması ve öldürülmesini içeren fermana basıyor. Kebir; karara gururundan itiraz etmiyor çünkü öldürüleceğini biliyor. Sabah ezanı zamanında hamamdayken damarının kesilmesini istiyor. Acıyı sıcak suda hissetmemek için. Muhafızı, önce öldürmek istemiyor ama Kebir emrediyor. Bu tuzakta İngilizlerin parmağı olduğu aktarıldı. Demek ki emperyalist güçler, askeri yönden yenemeyecekleri devletleri içlerinden çürütüp saltanat kavgalarını kışkırtıp amaçlarına o zaman da ulaşıyormuş. Bugünkü yöntemleri daha teknik…

POONE, Tebrizli Azeri bir kız. Bahçede dolaşmaktan yorulduk, karnımız da acıktı. Merdivenlere oturup soluklanıyoruz. Azıklarımızı açıp yiyoruz. Bu sırada tanıştık kendisi ve arkadaşlarıyla. Azıklarımızı paylaşıyoruz. Poone; kalın kara kaşlı, güler yüzlüydü. İki kız, bir erkek kardeşi varmış. Babası taşımacılık yapıyormuş. Abisi 25 yaşındaymış. “Belli”ymiş.yani nişanlıymış. Kashan’daki iki tane eski evi bizlere göstermek istedi. Ama zamanımız yok. Göremedik. Poone; duygularını kendi Azeri şivesiyle öyle güzel anlattı ki:“Çok hoşe oldum. Ürekten diyem. Bizi konuk olasınız. İran’da kuşlar gökte özgürdür ama kadın icazet almadan özgür değildir!” Kendisine RTE’nin Türkiye’yi ne hale getirmek istediğini açık açık anlattık. Üzülerek ayrıldık birbirimizden. Fotoğraflarımız anı olarak kaldı.

KASMİR kentinin yanından geçiyoruz. Demiryolu ulaşımı var. Seralar kurulmuş. Meyve bahçeleri oluşturulmuş.

Q’UM-KUM (MEDRESE KENT): Kum Eyaleti’nin yönetim ve İmamiye-i İsna’aşer’iyye mezhebinin eğitim merkezi, aynı zamanda İran’ın ikinci önemli kenti. İran İslam Devrimi’nin temellerinin atıldığı ve başladığı “Mollalar Şehri” olarak bilinir. Kum kentinde ilahiyat fakültelerinin en iyileri varmış. Çok sayıdaymış. Humeyni’nin doğduğu kent olduğundan ayrıca önemi var. ‘Medrese Kent’ diye de biliniyor. Klasik din eğitimi veren kentin medreselerinde 30 bine yakın molla eğitim görmekteymiş. Molla rejimini kuran -Humeyni, Hamaney, Rafsancani ve Hatemi buradaki ünlü Fevziye Medresesi’nde yetişmiş- ve kollayan mollaların tamamına yakını burada yetiştirilirmiş. Bir milyonluk nüfusun %70’i mollaymış. Metro yapılıyordu. Her parçası Çin’den geliyormuş. Ağır ağır bir dini atmosferle kuşatılmış haldeyiz. Rehberimiz, burada çok dikkatli davranmamız gerektiğini özellikle belirtiyor. Daha ilk girişte belli zaten. Kadınlar hemen “cadoor”lanıyor. Erkekler rahat! İmam Rıza’nın kız kardeşi Fatima Masume’nin türbesine gidiyoruz. Öylesine geniş bir alan ki tarifi olanaksız. Mekke’deki gibi sürekli genişletiliyormuş. Büyük inşaat kuleleri tepemizdeydi. Masume, şehit değil, eceliyle ölmüş. Som altından türbe yapılmış. Halkın %10’u Mehdi’yi -kurtarıcıyı- gördüğüne inanırmış. Her yerde yeşil bayraklar dalgalanıyor. Kutsal bir mekandayız. Dünyanın dört bir yanından gelen Şiiler var. Türbe; namaz kılanlar, oturanlar, dinlenenler, sohbet edenlerle dopdolu. Oturamayanlara sandalyeli özel seccadeler verilmiş. Tekerlekli sandalyeliler var. Çok dikkatli gözlerle izleniyoruz. Bu da bizi müthiş rahatsız ediyor. Bir an önce uzaklaşmak çabasındayız. Anadolu Alevileri “Benim Kâbem insandır” derken, İranlı Şiiler “Benim Kâbem Humeyni’dir” diyor. Alevilerin sadeliğiyle kıyaslanamaz!

Yolumuz TAHRAN‘a doğru. Rehberimiz trafiği çok yoğun diye anlatmıştı. Ama öyle çıkmadı. Aktı gitti. Koskoca kentte iki tane trafik ışığı gördüm. Yeşil renkteydi. Diğerleri kırmızı ve sarı renkte yanıp sönüyordu. Trafik, resmen Allah’a emanet! Hasan hocam “Trafik, Allah düzeni!” dedi. Tahranlı sabaha karşı 04:30’da uyanır, yola düşermiş. 07:30’da işbaşı yaparmış. Gece evine 00:00’da ulaşırmış. Öyle çok egzoz gazı var ki polisler maske takıyor. Trafikte yol almak, tam bir gladyatör savaşı gibi. Rehberimiz, Tahran’da gerildiğini söylüyor. İnsanı çok yoran bir kent. Kentin caddelerinde dolana dolana merkezdeki otelimize vardık. Bugüne değin kaldıklarımızın en lüksüydü. Sanırım çok çok önceden tutulduğundan ya da turist az olduğundan. Enkelâp=İnkılâp Meydanı; kitapçıların olduğu mekanmış. Otelimize çok yakın. Fırsatımız olursa uğramayı düşünüyoruz.

SÜRECEK

Bakmadan Geçme