Bir baştan bir uca İran-11

8. GÜN (18 Nisan 2015) Rehberimiz anlatıyor. İran, petrol ve doğalgaz gelirinin %30’unu Tahran’a, %30’unu İsfahan’a,...

8. GÜN (18 Nisan 2015)

Rehberimiz anlatıyor. İran, petrol ve doğalgaz gelirinin %30’unu Tahran’a, %30’unu İsfahan’a, kalan % 40’ını diğer kentlere harcarmış. Bu adaletsiz tutum, rahatsızlık yaratıyormuş. Ama sesini çıkarmak ne mümkün! Bu iki kent, İran’ın uygar dünyaya açılan pencereleri. En çok buralara turist geliyormuş. Elbette “Bu gelir kapısı bakımlı olmalı” diye düşünmüştür Mollalar, ne bileyim!

Şu ana kadar Farsça dışında hiçbir dergi, gazete göremedim. Otellerde de yok! Sabah uyandığımda TV kanallarını dolaştım. Çizgi filmlerdeki karakterlerde kadınların başı kapalı. Hep “cadoor” giymişler. Yemek, yer sofrasında yeniyordu. Modernizm’e karşı bir tavır sürüyordu. İngilizce yayın yapan İran Resmi kanalı PRESS TV -Türkiye’deki TRT- dışında kalan 20 kanal Farsça. Halkının neyi izleyeceğine Molla Rejimi karar veriyor. Demokrasi bu değil! Ama halk, bir biçimde çözümünü yaratmış. Mahalleli, özel antenleri çatılara kurarmış. Molla polisi denetlemeye gelmeden haber uçurulurmuş ve antenler, bir biçimde kaldırılırmış. Çoğunluk, bizim dizileri izlermiş. Grubumuza gösterilen aşırı ilgi de bu kapalı toplum olmanın izleri/sonucu değil midir?

İran’daki araba markalarını not ettim: Saipa, Paykan, Toyota, Renault, Peugeot, Pride, Saba, Semender. Paykan, en çok rastladığımız markaydı. En ucuzuymuş, 10 bin lira. 10 yıl önce üretimi durdurulmuş. Bizim Murat-124 gibi. Yerli malıymış. Pride ile Saipa, KIA lisansıyla üretiliyormuş. 17 bin liraya satılıyormuş. Dört yıl önce Pride, 2500 liraymış.

CHEL SOTOON (40 SÜTUN): Büyükçe bir parka girdik. Renk renk çiçekler, güller. Hepsi de bakımlı. Ortada dikdörtgen kocaman bir havuz. Çevresinde heykeller sıralanmış. Arkasında 20 tane sütun üzerinde yükselen bir yapı. Suya yansıyan 20 sütunu da eklersek etti mi 40 sütun? Adı, buradan kaynaklıyormuş. İçinde eski eserler sergilenen bir müze vardı.

MESCİD-İ İMAM GAZNELİ MAHMUT SARAYI – 1620): Dört yüzyıllık bir şaheserle karşı karşıyayız. Şah Abbas’ın özel sarayı. Ahşap sütunlarla ayakta duruyor. Ahşap sütunları korumak için bakırla kaplanmış. Abbas, müziği çok severmiş. Sarayın bahçesinde dikdörtgen büyük bir havuz var. Zamanında havuzun başında müzik çalınırmış. Su, sesi taşıyormuş. Saraya su yolları, kanallarıyla ulaşılıyor. Suyun duruluğu ve serinleticiliği, saraya ayrı bir hava katıyor. Sarayda Farsça “Culus” yapılırmış. Sarayın duvarlarına CHALDORAN=ÇALDIRAN Savaşı, karnavallar resmedilmiş. Hepsi orijinal. Elle dokunmak, flaşla fotoğraf çekmek yasak! Çünkü özelliğini yitiriyor. Sarayın girişi, yine kırık/kesik aynalarla süslenmiş. Zevk ve sefa âlemlerinin kurulduğu, yaşandığı yer. Bizim gibi saraya gezmeye gelen renk renk türbanlı ilkokul öğrencileri, öğrendikleri birkaç İngilizce sözcük/cümleyle iletişim kurmaya çalışıyorlar. Yanımıza sokuluyor, adreslerimizi alıyor, adımızı-soyadımızı-ülkemizi yazdırıp imzalatıyorlar. Bayan arkadaşları öpüyorlar, öptürüyorlar. Başlarında bayan öğretmenler var. Sarayın bahçesi, çevresi orman gibi ağaçlık. Tertemiz. 50 metreyi aşan ağaçlar görüyoruz. Az ilerde dört asırlık bir ağaç var. Yanmış, öylece duruyor. İçine girip fotoğraf çekiniyoruz.

HASHT BEHEST PALACE (8 CENNET SARAYI): Neden “8 Cennet Sarayı” denmiş? Çünkü Tanrı’nın yedi cenneti var da ondan… Safevilerin son dönemlerinde harem olarak kullanılmış. Sekiz imama inanıldığından sekizgen biçiminde inşa edilmiş. Ortasındaki havuz da sekizgen yapılmış. 1. ve 2. Safevi hükümdarları kullanmış. Sekiz pencereli bir ışıklık, içeriye aydınlık taşıyor. Tavana ayna döşenmiş, ışığı yansıtıyor. Sütunlar, ahşaptan yapılmış. Sarı resimler, altınla bezenmiş. Resimlerdeki kadın figürleri; Mollalar geldikten sonra kazınmış, izleri silinmek istenmiş. Az da olsa belli oluyor. Sarayın 400 yıllık botanik bahçesindeki şebboyların hoş kokusu, her yeri ve bizi de sarmış durumda…

MEYDAN-I İMAM (İMAM MEYDANI-İSFAHAN MEYDANI): UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan, Pekin’deki Tiananmen Meydanı’ndan sonra gelen dünyanın ikinci büyük meydanındayız. İsfahan’da görülecek bir yere gitmek için buradan geçilirmiş. Bu nedenle kentin merkezi sayılırmış. Kent planlamacılığının en güzel örneklerinden biri, şaheserleri desek yeridir! Boyu 500, eni 160 metre. Dikdörtgen bir meydan. Çevresi, sütunlu yapılarla çepeçevre kuşatılmış. Ortasında geniş bir havuzu var. Çevre binalarda kemerli işyerleri bulunuyor. İsfahan sanatından örnekler satılıyor. Çiniciler, mozaik ve sedef kakmacılar, enamel kaplama metal işleri, minyatürcüler karşılıklı olarak dizilmiş. Kadınlar önde, biz peşlerinde dükkan çıkıp dükkan giriyoruz. İki katı var. 2. kat, 200 yıl önce yapılmış. Dükkanların önü kaldırım. Sonra bir metreye yakın genişlikte su kanalı. Sonra geniş bir halka. Faytonlar dolaşıyor. İçeride iki tane büyük dikdörtgen havuz düşünülmüş. Şenlik ve mitingler burada olurmuş. Halk, Şah’ın devrilmesi sırasında bu meydanda toplanmış. 10 bini aşkın kişi alıyormuş. 07.30-14.00 saatleri arasında açık tutuluyormuş. Haftada bir gün erkeklere kapatılıp kadınların rahatça alışveriş yapması sağlanırmış. Ne büyük bir kolaylık(!) İran’da memurlar, ikinci bir işte daha çalışırmış. Anca karınları doyabiliyormuş. Gıda fiyatları pahalı. Son iki yılda daha da artmış. Öğretmen, ayda 500 lira alıyor. Araba pahalı. 100 metrekarelik bir evin kirası 800 lira. Bunca zorluk karşısında insanlar niye isyan etmiyor dersiniz?

ALİ QAPU PALACE (ALİ KAPI SARAYI): Ali=Ulu demek. Pazar yerinin hemen yanında, altı katlı yapısıyla meydana hakim durumda. Kraliyet ailesi, bu saraydan meydandaki faaliyetleri, şenlikleri izlermiş. Üst katlarında müzik icra ediliyormuş. Önce cami, sonra çarşı, en sonunda da saraya dönüştürülmüş. Duvarlardaki açık giyimli kadın resimleri, Mollalar tarafından yok edilmiş! Müzik odası, üst kattaydı. Mandolin, kabak kemane, keman ve daha aklımıza gelmeyen pek çok çeşitli çalgı aleti; ahşaptan duvarlara, tavana oyulmuş. Şah Abbas döneminde bu salonda çalgıcılar çalıyormuş, şarkıcılar söylüyormuş. Şah geldiğinde sessizce ayrılıyorlarmış. Odanın mükemmel akustiği, dakikalarca müziğin odada yankılanmasını ve devam etmesini sağlarmış… 24 farklı sesi duyabilmek mümkünmüş. Harika bir mekan, hayatımda gördüğüm en ilginç ve yaratıcı bir müzik odasıydı. Belki dünyada tektir! Grup olarak bu şahesere hayran kaldık… Bu mekanda davudi sesimle bir “Hey gidinin efesi!” patlattım. İranlı gençler imrenerek baktılar. Sanırım şarkıcı sandılar!

ŞEYH LÜTFULLAH CAMİİ: Şeyh Lütfullah, Lübnanlı bir İslam âlimiymiş. Kızı, I. Şah Abbas’ın eşiymiş. Abbas, kayınpederi için yaptırmış. 17 yılda tamamlanmış. Girişi çok ilginçti. Bayanların kullandığı bir cami olduğu için sola dönüp öyle camiye giriliyor. Bu da erkeklerin kadınları birdenbire görmesini engelliyor. Burada dini sohbetler, dersler ve kişisel ibadet görüldüğünden minaresi yok. İran’ın 5. büyük ve yüksek kubbesine sahip. Bu devasa kubbeyi 170 cm kalınlığındaki duvarlar taşıyor. Cami içindeki ışığın yansımasıyla tavus kuşu oluşurmuş.

Ayrana nane -Farsçası nana- ekleniyor. Pet şişede satılıyor. Serinletici bir içecek. Nişasta ile yapılmış muhallebinin üzerine pekmez dolandırılıyor. Hafif bir tatlı. Küçük bir plastik kasede. Fiyatı 20.000 Riyal=2000 Toman=1.25 Lira.

SÜRECEK

Bakmadan Geçme