Bir ağaç kolay yetişmiyor…

Rahmetli başyazarımız Mustafa Erdal'ın yazıları gelir aklıma bazen. Bütün yazılarını yayına girmeden önce okurdum. Bunu kendisi...

Haber

Rahmetli başyazarımız Mustafa Erdal’ın yazıları gelir aklıma bazen. Bütün yazılarını yayına girmeden önce okurdum. Bunu kendisi de bilirdi ama kimi zaman ertesi gün telefon eder, ‘Bugünkü yazımı okudun mu?’ diye sormadan edemezdi. Belki bir bahane bulup konuşmak isterdi…

Şimdi onun kaleminden aklımda kaldığı kadarı ile aktarmaya çalışırsam, Osmanlı’da bir hayvan sayma olayını anlatmıştı. Aklımda kalan şekli ile şöyle aktarayım:

Padişah İkinci Abdülhamid zamanında nüfus sayımı yapılmasına karar verilir. Yabancı büyükelçilerden biri sultana “Bir de büyük baş hayvanları (mevaşi) sayalım diye teklifte bulunur. Sultan Abdülhamid de hayvanlarla insanların aynı zamanda sayılmalarını hoş karşılamaz. Mevaşi sayımını önce yapmaya karar verir. İmparatorluk bünyesindeki tüm yetkililere emir verilir. Bir şehrin kaymakamı izinde olduğu için bu emri yerine bakan kaymakama düşman olan cahil bir vekil yerine getirmek ister. Mevaşinin anlamını bile araştırmadan onun gayretli bir kişi olduğunu zannederek işin ucunda bir de terfi var zannedip padişaha hemen cevabi yazı gönderir:

“Burada kaymakamdan başka hepimiz mevaşiyiz!”

Yani aslında demek istemiş ki, “Burada kaymakam dışındakilerin hepsi gayretlidir”.

Bilmiyor ki ‘mevaşi’; davar, koyun, keçi, inek ve öküz gibi hayvanlara verilen ad imiş.

**

Biliyorsunuz biyoloji, canlıları kabaca iki bölümde inceler: Hayvanlar ve bitkiler.

Hayvan, Arapça “canlı varlık” anlamındaki ḥayevān sözcüğünden Türkçeye geçmiş hali imiş. Ben de ansiklopedilerden öğreniyorum. Her şeyi bilmediğim gibi çok az şey bildiğimi de itiraf etmem gerekir.

“Felsefe, neleri bilmediğini bilmektir” sözünü söyleyen eski Yunan filozofu Sokrates, “Bir şey biliyorsam o da bir şey bilmediğimdir” demiş…

Hayvan; günlük kullanımda esasen insan dışı, nefes alan ve hareket eden canlıları ifade etmek için kullanılırsa da biyolojik bağlamda insanı da içerir.

**

Bir de bitkiler var ki dünyanın devamını sağlayan en önemli canlı türüdür.

Dünyanın en büyük düşmanının insan olduğu söylenir.

Bitkiler dedik. Ağaçlar…

Değerini biliyor muyuz? Elbette hayır… Kişisel çıkarlarımız uğruna onları kesiveriyor ve yok ediveriyoruz. Özel anlamda insanlara, genel anlamda hayvanlara bakıyor ama aynı özeni ağaçlar için göstermiyoruz… Kaşla göz arasında hallediverdiklerimiz oluyor.

Cadde ve sokaklarımızın tamamen yeşil örtü ile süslenmesi gerekir çünkü soluduğumuz oksijen onların eseri. Gölgeleri bile yeter.

Hani basket atarsınız da top potada döner durur ya! Bu yazı da öyle oldu, konuya bir türlü giremedim.

Geçtiğimiz gün Ulus Meydanı’nda sabaha karşı kocaman bir çam ağacı devrilmiş. Şükür ki sabah saatleri olduğu için bir zarar ziyan olmamış. Sabah sabah derse girmeden sosyal medyada görünce içim acıdı, canım sıkıldı. Demek ki yağmur sularının köklerini yumuşatmasına karşı koyamamış, ağır vücudu yorgun düşmüştü…

Belki çam ağaçları son zamanlarda çok tartışılıyor. Onun yerine şu ağacı bu ağacı dikelim diyenler oluyor. Olabilir, bu da bir görüştür. Uygulamayı uzmanlara bırakmak gerekir ama ne kadar da yakışıyor o ulu çam ağaçları o meydana…

Kaç yıllık olduklarını bilmiyorum ama bence üstlerine titrememiz gerekiyor. Tepelerindeki ağırlıkları azaltabiliriz… Doğalgaz, elektrik, telefon ve kanalizasyon gerekçesiyle sokaklarımızı hoyratça kazarken “Acaba incitir miyiz?” diye düşünmemiz gerekir.

Bir ağaç kolay yetişmiyor…

Bakmadan Geçme