Bekir'in kahvesi
Bekir, bizim mahallenin eski sakinlerinden Kocakuşak Yusuf'un ortanca oğludur. Kocakuşak Yusuf'un diğer iki oğlu okudu. Biri...
Bekir, bizim mahallenin eski sakinlerinden Kocakuşak Yusuf’un ortanca oğludur. Kocakuşak Yusuf’un diğer iki oğlu okudu. Biri öğretmen, diğeri de bankacı oldu. Bekir, üniversite ikinci sınıftayken karıştığı olaylar nedeniyle okuyamadı. Hayatını kazanmak için birkaç iş denemesi yaptı ama başarılı olamadı. Sonunda kahvecilik yapmaya karar verdi. Konuşkan, dışa dönük ve arkadaş canlısı bir insan olan Bekir, insanlarla kolay iletişim kurabildiği için epeyce müşterisi var. Müşterileri, daha çok esnaflardan oluşuyor. Mahallenin esnafı, akşamları burada buluşuyor. Koyu muhabbetlerin olduğu, iddialı oyunların oynandığı Bekir’in kahvesi iyi çalışıyor. Mahallenin en kalabalık kahvesidir burası. Her ne kadar dışarından sıkıcı görünse de içerisi ferahlıktır. Eskiden sigara içildiği günlerde göz gözü görmezdi. Sigara içmeyenler duman altı olurdu. Nikotinin ağır kokusu giysilere sinerdi. Buradan çıkan biri nereye gitse nikotinin o pis kokusunu da üzerinde taşıyarak oraya götürürdü. Bekir, sigara içmese de pasif içici olarak müşterilerden daha çok sigara içmiş gibi olurdu. Sigaranın kapalı alanlarda yasaklanmasından sonra sigara içmeyenler sevindi. Tabiidir ki en çok sevinenlerden biri de Bekir’dir. Her zaman dua eder: “Bu yasağı getirenlerden Allah razı olsun. Yasak gelmeseydi daha çok çekecektik bu pis kokuyu. Ömrümüzden de epey bir kayıp verecektik.”
Bizim mahallede sekiz adet kahve var. Her biri kendine göre müşteri buluyor. Birinde horozcular, birinde deveciler, birinde kamyoncular, birinde çiftçiler, birinde de memurlar oturur. Adam, evinden çıkınca kendine uygun insanlar hangi kahvede oturuyorsa oraya kadar gider. Herkesin oturduğu kahve bellidir. Birisini ararsan önce hangi kahvede oturduğunu öğrenmek zorundasın.
Geçenlerde bir adet çekyat siparişi vermiştim. “On gün içinde yapar, getiririm” dedi usta. On gün geçti, yirmi gün geçti, ne gelen var ne giden. Biraz daha bekledim, ay doldu. Merak ettim, ustanın dükkanının önünden geçtim, usta yoktu. Çırağına sordum, daha başlamamış bile. Sizin de başınızdan geçmiştir, ustalara iş yaptırmak bir ölüm. Dürtmeden işler olmuyor bir türlü. Dürtmek için ancak akşam kahvede bulabilirim diye düşündüm ustayı. “Hangi kahveye gider?” dedim; Bekir’in kahvesine dediler.
Akşama doğru Bekir’in kahvesine gittim. Bizim usta, fırıncı Veli’nin sohbetine takılmış can kulağıyla onu dinliyordu. Fırıncının etrafında başka esnaf ve ustalar da yuvarlak masaya oturur gibi oturmuşlar onu dinliyorlardı.
Fırıncı: “Hacı Kadir oğlu Cemşit’i bilirsiniz. Arkadaş, onun oğlunun sünnetinde 300 adet ekmek verdim, parasını alamadım. Adam ne kadar kalp bir adamış ki torununun sünneti geldi, hala borcunu ödemiyor. Üstüne üstlük torununun sünneti için de 300 ekmek daha veresiye istiyor. Adamda yüz yok arkadaş. Eski borcunu ödememiş, yeniden borç istiyor. Utanmak, sıkılmak diye bir şey vardır ya…”
O sıra benim usta da söze karıştı: “Onun bana da borcu var. Yaptırdı, borcunun üstüne yatıverdi. Benden tarafa dönüp bakmıyor bile.”
Diğer ustalar da buna benzer bir şeyler söylediler.
Selam verdim, herkes bana baktı. Benim usta yerinden kalkarak beni karşıladı, boş bir alana götürdü. Konuşmalarımızı başkalarının duymasını istemiyor gibiydi. İki çay söyledi, oradaki sandalyeyi göstererek oturmamı istedi. Özrün bini bir para. Yarın başlayacağını söyledi. Bakalım başlayacak mı? Çayları içtik, kalktık. Ustalara iş yaptırmak zor iş.
Bekir’in kahvesi, esnafların, ustaların uğrak yeri. Orada dertleşirler, orada yorgunluk atarlar, orada yamuk müşterilerin kulaklarını çınlatırlar ama hiçbiri kendi yanlışlarından konu açmaz.
Sevgi, saygı ve mutluluklar.