• Haberler
  • ihale
  • Batıl inançlar ve onlara dair ilginç şeyler-III

Batıl inançlar ve onlara dair ilginç şeyler-III

Nesilden nesle aktarılan, sürekli tekrar edilip zihinlerimize kazınan inançlardan biri, kazaların üçlü geldiği inancıdır. Bu, hem...

Nesilden nesle aktarılan, sürekli tekrar edilip zihinlerimize kazınan inançlardan biri, kazaların üçlü geldiği inancıdır. Bu, hem Batı kültüründe hem de bizde yaygın bir batıl inanç olup 1800’lerden itibaren iyice popülerlik kazanmıştır. Eskiden insanlar bir şey kırıldığında daha az değerli olan iki şey daha kırarak eşyalarını üçlü gelen belalardan kurtarmaya çalışırlardı. Daha sonra kendilerini de belalardan korumak, gelecek daha fazla kazayı savuşturmak için çeşitli adetler geliştirmişlerdir. Örneğin iki kazanın ardından şişe ve benzeri bir nesne kırarak olumsuzlukları üçlemek, bu adetlerden biridir. Ayrıca belayı defetmek için hayır yapmak yani eşe dosta yiyecek ya da giyecek bir şeyler dağıtmak da bu yöntemlerden biridir.

Evin yani ailenin mahremiyetinin başlangıcı olan eşik, bazı kültürlerde önemli bir yer tutar. Türklerde ise eşik kavramı, diğer kültürlere göre çok daha önemlidir. Türklerin Orta Asya’da yaşadığı zamanlardan beri eşiğe kutsal anlamlar atfedilmiştir. Eşiğe basmak, eski Türklerde iyi sayılmazdı. Hele bir yabancının eşiğe basması, hakaret sayılacak kadar kötüydü. Dede Korkut hikayelerinde eşik kavramına dair örnekler vardır. 2012 yılında çekilen, yönetmenliğini Andrei Proshkin’in yaptığı “Orda” adlı filmde Türklerdeki eşik kültürünü ve eşiğe saygıyı yansıtan sahneler mevcuttur.

Avrupa’da da görünmeyen varlıkların eve girişini önlemek için eşiğe çeşitli tılsımlarla beraber tuz serpilir; böylece ev kötülüklerden, kötü ruhlardan korunmuş olurdu. Günümüzde bizde de sirkenin büyüyü etkisiz hale getireceğine inanıldığından bir evde yaşayan kimselere büyü işlememesi için evin eşiğinin sirkeyle silinmesi adeti vardır. Ek olarak eşikte şeytanların bulunduğu ve bu nedenle oturmanın iyi olmadığı, eşiğe oturanın bir kısmet bulamayıp bekar kalacağı da eşikle ilgili günümüze gelen batıl inançlardandır.

Bugün bir incelik ya da ağza bir şey kaçmaması için yapılan esnerken ağzı kapama davranışı eskiden bizde de diğer toplumlarda da başka bir sebepten yapılırdı. Örneğin İrlanda’da ağıza şeytan girebileceği düşünüldüğünden esneme sırasında ağzın önünde istavroz çıkarılır yani haç işaretini temsil eden bir hareket yapılırdı. Anneler, bebeklerini şeytandan korumak için esnerlerken ağızlarını hemen kapatırlardı. Başka bir inanca göre esnerken ruh, bedenden uçup gidebilirdi. Eski çağlarda bebek ölümlerinin günümüze oranla daha fazla olması ve bebeklerin de sık sık esnemeleri, bu inanışın çıkmasına kaynak olabilir. Bizde de bebekler esnerken ağızlarının önüne el ya da parmakla siper etme hareketi mevcuttur.

Eski toplumlarda ölülerin gömüldüğü yerin etrafına ölmüş kişinin ruhu için ya da tanrılara hediye olarak çiçekler konulurdu. Romalılar döneminde de bu adet vardı ve bir ölünün mezarına konulan herhangi bir şeyin alınmasını ölüye de tanrılara da hakaret sayarlardı. İlerleyen yüzyıllarda Avrupa’da bu inanış devam etti ve insanların mezarlardan çiçek koparmasını önlemek için yeni bir batıl inanç uyduruldu. Buna göre bir kişinin mezarından çiçek çalan kişi, mezara giren bir sonraki insan olacaktı. Bizde de mezarlıktan çiçek koparılması, mezarlıktan ağaç kesilmesi, mezarlıkta yetişmiş bir ağaçtan meyve yenmesi hoş görülmez. Bu tabuya uymayanları ruhani varlıkların rahatsız edeceğine inanılır.

Gece tırnak kesmenin iyilik getirmeyeceğine dair inanç, aslında mantıklı bir inançtır çünkü eskiden hep yer sofralarında yemek yenildiği için tırnakların gece loş ışıkta yerlere saçılıp herhangi bir yemeğin içine kaçması ihtimali vardır ancak Türklerde en çok bilinen inançlardan biri olan gece tırnak kesilmez inancının kökeni, sadece bu mantıklı açıklama değildir ve yine Türklerin Orta Asya’da yaşadığı dönemlere dek uzanır. Eski Türklere göre insanın ruhu, kemiklerde ve kanda bulunurdu. Tırnaklar da kemiklerin dışarı doğru uzayan birer parçası olarak kabul edilirdi. Geceleyin kesilmesi durumunda bunlardan biri kötü ruhların eline geçebilir ve kötü ruhlar, bunu kullanarak kişiye zarar verebilirdi çünkü insanın bir parçasına yapılan herhangi bir şey tüm bedeni etkileyebilirdi. Günümüzde büyü yapan kimselerin büyü yapılacak kişinin saç, tırnak gibi parçalarını istemesi bu nedenledir. Saçlar için ayrı bir inanış daha vardır. Eğer bir kişi, saçlarını taradıktan sonra onları toplayıp yakmazsa yani dışarı atarsa üzerine her basıldığında kişinin başı ağrır. Saçın bir kuşun ayağına dolanması halinde de yine baş ağrısı meydana geleceğine dair bir inanç mevcuttur.

Hayvanlarla ilgili inançlara dönecek olursak bu varlıklar içinde bir tanesi vardır ki kendisine hem kutsallık atfedilir hem bir kimsenin üzerine konmasının ya da pislemesinin uğur getirdiğine inanılır. Ayrıca yüzyıllar boyu barışın sembolü olarak gösterilmiştir. Bu hayvan güvercindir ve neredeyse her toplumda özel bir yeri vardır. Güvercinler evcil kuşlar olarak beslendikleri, bazı toplumlarda yiyecek olarak tüketildikleri ve uzun süre postacı olarak kullanıldıkları için insanoğlunun güvercinle ilişkisi, oldukça eskilere dayanır. Semavi dinlerde güvercinin Nuh Peygamber’in gemisinden suların çekilip çekilmediğinin anlaşılması için uçurulup ağzınla zeytin dalıyla döndüğüne inanılır. Yani güvercin; Allah’ın gazabının sona erdiğini, Yaradan’la insanların arasında barış olduğunu müjdeleyen bir aracı olmuştur. Ayrıca İslamiyet’te Hz. Muhammed, düşmanlarından saklanırken onun gizlendiği mağaranın aranmaması için önüne yuva yapmış olduğundan da mübarek bir kuş olarak kabul edilmiştir. Museviler ve Hıristiyanlarda bu kuş, günahsız bir ruhun simgesidir. Anadolu’da ise ermiş kimselerin güvercin kılığına girebildikleri inancı vardır. Örneğin Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya bu şekilde geldiği varsayılır. Yine Müslümanlar arasında yaygın bir inanca göre güvercin o kadar mübarek bir kuştur ki Kâbe üzerine konmaz, hatta Kâbe’ye doğru yaklaşınca yönünü değiştirir.

Bahsettiklerimizden başka batıl inançlarla ilgili daha nice örnek vardır. Birkaç tanesine daha kısaca değinecek olursak: Ateşi söndürmek için su dökmek iyi değildir; bunun yerine toprak atılır. Ayrıca ateş yakılan yere de su dökülmez, işenmez, üzerinden geçilmez. Tavuğun horoz gibi ötmesi uğursuzluk getirir, öten tavuğun kesilmesi gerekir. Yatarken elleri bacak arasına koyup yatmak iyi değildir, fakirlik getirir. Sağ avuç kaşınırsa kişiye para gelir; sol avuç kaşınırsa kişi para kaybeder. Göz seğirmesi iyi bir işaret değildir, etraftan birileri ölebilir. Kulak çınlaması, birileri tarafından anılmaya işarettir. Bir çocuk yatarken üzerinden geçilmez, boyu kısa kalır. Kırklı kadın; başka bir kırklı kadınla karşılaşmamaya çalışır, aksi takdirde kırkları karışır. Kırklı kadının evine değirmenden un getirilmez. Çeşme başında uyunmaz. Atık suların geçtiği yerlerin üzerinden geçilmez, bu sularda üç harfliler olabilir. Akşam soğan yenen eve melekler inmez. Yumurta bıçakla kesilmez, aksi halde evdeki tavuklar yumurtadan kesilir. Dolu yağışının durması isteniyorsa dolu tanelerinden birinin bıçakla kesilmesi gerekir. Ayak tabanının kaşınması, yolculuğa çıkılacağını işaret eder. Leyleğin havada görülmesi ise o sene çok gezileceğine delalet eder.

Velhasıl insanlar ölür, medeniyetler yıkılır, dünya ve anlayışlar değişir ama bazı şeyler toplumsal belleğimizde binlerce yıl yaşamaya devam eder. Buna bağlı olarak herhangi bir mantığa dayalı olan ya da günümüzde mantıksız bulduğumuz sayısız batıl inanç mevcuttur ve insanlık yok olana kadar da varlığını sürdürmeye devam edecektir.

 

Bakmadan Geçme