Barış Pınarı

Başlığı yazarken ve okurken insanın içi kıpır kıpır oluyor. Barış ve Pınar… 9 Ekim günü 'Barış...

Başlığı yazarken ve okurken insanın içi kıpır kıpır oluyor. Barış ve Pınar… 9 Ekim günü ‘Barış Pınarı Harekatı’ askeri operasyonu, “Bir gece ansızın gelebiliriz. Belki yarın, belki yarından da yakın” söylencelerinin ardından başlatıldı. Bir tarafımız kıpır kıpır ama öte yandan gözyaşlarımız ve derin hüzünlerimiz, endişelerimiz de yok değil. Daha önce yaptığımız Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları sonrasında Fırat’ın doğusuna da Barış Pınarı Harekatı’yla Türk Silahlı Kuvvetleri konuşlandırıldı. Daha önce diplomatik anlamda da uzlaşı arayışlarında yerimizi aldık. İlk uluslararası zirve, 30 Haziran 2012’de İsviçre’nin Cenevre kentinde gerçekleşti. Aralıklı olarak da Cenevre Görüşmeleri, 2014- 2016 yıllarında peyderpey devam etti. Cenevre Görüşmeleri’nin ardından Ocak 2017’de Kazakistan’ın başkenti Astana’da Suriye adına barış görüşmeleri yapıldı. Cenevre’de nasıl görüşmeler yenilendiyse Astana’da da bir kereden fazla bir araya gelindi. Geçtiğimiz Nisan ayında da 12. Astana Görüşmeleri epey konuşulmuştu.

Tek istenilen, huzur ve kaybedilen barışın tekrardan sağlanması… Millet olarak asil ve merhametliyiz. Yıllardır bize sığınan, ülkelerini canhıraş şekilde terk etmek durumunda kalan onlarca mülteciye ev sahipliği yapıyoruz. Kolay şeyler değil. Ülkemiz, insanlık sınavını alnının akıyla vermeye devam ediyor. Zorluklar, istenilmeyen durumlar olsa da tarihte atalarımızın engin hoşgörüsü ve misafirperverliği, bize inanç ve dayanma gücü veriyor. Yurtta sulh cihanda sulh ilkemiz… Barış Pınarı Harekatı ile murat edilenin Suriye ile olan sınırımızda güvenlik bölgesi oluşturmak, ülkelerindeki iç savaştan kaçan mültecileri bu güvenli bölgeye yerleştirmek ve en nihayetinde kendi ülkelerine huzur içinde geri dönebilmelerini sağlamak olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, sınırımızda oluşturulmak istenilen Kürt devletine de asla izin verilmeyeceğini belirtiyor.

Bir haftadır süren askeri harekat ile ülkelerinden uzakta, yıllarca birbirinden bihaber olanların kucaklaşmalarını görmek, gözyaşları içinde hasret gidermelerine tanık olmak, mülteciler adına mutluluk verici. Bir taraftan böylesi sevinçler yaşanırken öte yanda sınıra yakın yerlerde evlere isabet eden havan ve roketler nedeniyle sivil vatandaşlarımızın hayatını kaybettiğini öğrenmek, son derece elem veriyor. Vefat edenler arasında benim uzaktan da olsa akrabam var. Mezun olduktan sonra yıllarca öğretmen atamalarını bekleyip “Nihayet muradına erdi” derken Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde vefat eylemesi, bambaşka bir ateş… ‘Zehretme bana hayatı cananım; inan ki elemlerle dolu benim her anım…’

Şehitlerimiz nurlar, ışıklar içinde rahmetle uyusunlar.

2011 yılından bu yana sınır komşumuz Suriye’de yaşanılan insanlık dramı sekizinci yılında. Yaşanılan iç savaşı anlamak için daha öncesinde emperyalist güçlerce pompalanan, Arap Baharı adı verilen demokrasi rüzgarını anlamak gerekiyor. Demokratik hak arayışları denilen Arap Baharı’nı anlamak için de muhakkak Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile Ortadoğu topraklarında yapılmak istenilen emperyalist güçlerin planlarını tetkik etmek, buralarda yeniden haritaların sınırların nasıl çizilmek istendiğini görmek gerekiyor. Gönül isterdi ki Suriye’nin iç işlerine haddinden fazla müdahil olmasaydık.

17 Aralık 2010 günü 26 yaşındaki Tunuslu Muhammed Buazizi, iş bulamadığı için ailesini geçindirmek adına pazarda meyve ve sebze satmaya başlar. Zabıtaların pazar arabasını devirmesi üzerine patlamaya hazır Buazizi, yapılana tepki ve yaşadıklarına başkaldırı adına pazarın orta yerine gelip kendini ateşe verir. Bu dramda vücudunun hemen hemen tamamı yanan genç adam, hastanede tedavi altına alınsa da bir yıl sonra vefat edecektir.

2010 yılının 18 Aralık günü, Buazizi’nin kendini yakmasının ardından Tunus’ta halk sokaklara çıkmış, yaşadıkları haksızlıklara protesto bayrağı çekmişti. İşte bu olay, Arap Baharı’nın başladığı tarihi olaydır. Sonrasında yaşanılanlar, domino etkisiyle peşi sıra gelecektir. Tunus’ta Yasemin Devrimi adını verdikleri ihtilal ile 23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali, 14 Ocak 2011 tarihinde yurt dışına kaçar. Halk, yaptığı seçimler ile Nahda Partisi’ni başa getirir.

Bu değişim, tüm Ortadoğu’yu etkisi altına alacaktır. Hareketlenmeler, Tunus ile sınırlı kalmayacaktır. Tunus’ta başlayan hadiseler, Mısır’a sıçrar. Mısır’da 30 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek, Libya’da 42 yıllık diktatör Muammer Kaddafi devrilir. Kaddafi’nin hazin sonu, Saddam Hüseyin’den farksızdır. Irak devrik lideri Saddam Hüseyin, idam edilmeden önce şu uyarıyı yapar: “Umarım birlik içinde kalırsınız.” ABD yetkilileri, Hüseyin’in adil yargılandığını ve Irak’ın da artık demokrasiyi yaşaması gerektiğini söylemişlerdi. Tarihsel olaylar masaldan ibaret değil. Bugünleri anlamak, o günleri okumak ve öğrenmekle daha iyi anlaşılıyor.

Mısır’da ilk seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, 2010 yılında Arap Baharı ile ülkeyi yönetmeye başlar. Ancak bahar çok uzun sürmeyecek, yerini kışa bırakacaktır. Neden? Muhammed Mursi, üç yıl sonra 3 Temmuz 2013’da Mısır Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Abdulfettah El Sisi tarafından yapılan darbe ile görevden alınıp tutuklandı. 18 Haziran 2016’da Katar adına casusluk yaptığı iddiasıyla adına açılmış davada müebbet hapse mahkum edildi. Yakın zaman önce de hapiste öldüğü açıklanmıştı.

Bunca olay olurken 2011 yılında Suriye de nasibini aldı. Hafız Esad döneminde çok daha baskı olduğu söyleniyordu. Baas rejimi ile Araplaştırma politikası güdüyor, pek çok etnik unsurun asimile edildiği söyleniyordu.

Baba Esad’ın ardından başa gelen Beşar Esad ile biraz daha ılımlı politika izlendiği belirtilse de Arap Baharı ile yaşatılmak istenilen demokrasi arayışları ve sonrasındaki kaosu mülteciler krizi ile yakinen biliyoruz. Perşembe günkü yazımızda oralarda bulunan Kürt bir aydın ile söyleşimizde görüşmek dileğiyle…

Bakmadan Geçme