Banyo kültürünün gelişimi

Banyo kullanımı, M.Ö. 3000'lere kadar uzanmaktadır. Ancak başlangıçta yıkanma, hijyen gözetilerek yapılan bir eylem değildi. Su,...

Banyo kullanımı, M.Ö. 3000’lere kadar uzanmaktadır. Ancak başlangıçta yıkanma, hijyen gözetilerek yapılan bir eylem değildi. Su, güçlü bir dini değere sahipti ve adeta bedeni arındırdığı gibi ruhu da arındıran bir ritüeldi. Bu nedenle kutsal bir alana giderken insanların yıkanarak bedensel ve ruhsal olarak arınması uygulamasıyla ilk örnekleri görülmeye başlamıştı.

Mısır inanışına göre ölüm, bir yaşamdan bir diğerine geçmek demekti. O nedenle yeme, içme gibi ihtiyaçlar nasıl gerekliyse ve bunlar düşünülerek mezarlara çeşitli yiyecekler ve kaplar konuluyorsa yıkanma ve tuvalet ihtiyacını giderme de o kadar önemliydi ve bu sebepten bazı mezarlarda banyo ve tuvalet gibi öğelere yer verilirdi.

Tarihteki ilk küvet, Girit’teki Knossos Sarayı’nda görülmektedir ve hem görünüş hem de sıhhi tesisatı bakımından günümüz banyolarıyla benzerlik göstermektedir. Yunan ve Romalılarda da yıkanma, yaşam tarzlarının vazgeçilmez bir parçasıydı. Hamamlarda toplanılır, konuşulup tartışılır, eğlenilirdi. Bu dönemde hamamlar, bir nevi kahvehane gibiydi. Özellikle Romalılarda hamam kültürü önemliydi ve hamamlar genellikle büyük havuzlar şeklindeydi. Hamamların sohbet salonları, kitaplıkları; heykellerle, çiçek ve ağaçlarla süslü gezinti yerleri bulunurdu. Nitekim günümüzde Romalıların hakimiyeti altında olan İngiltere, Kuzey Afrika, Anadolu ve Orta Doğu’da Roma dönemine ait birçok görkemli hamam kalıntısına rastlanmaktadır.

Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Avrupa’daki hamam kültürü de değişikliğe uğradı. Ancak bilinenin aksine Ortaçağ’da hamam önemini kaybetmedi. Sadece refahın düşmesiyle eski görkemli yapılar yerine içinde mermer ya da tahta banyo kapları bulunan geniş salonlar haline geldiler. Bu yapılar, oldukça kalabalıktı ve eski zamanlarla karşılaştırıldığında kullanan kişiler daha aşağı sınıftandı. O nedenle zengin kesim buralara gitmeyi tercih etmez, evlerinde ahşap küvetlerde yıkanırlardı. İleriki zamanlarda hamamlarda fuhuş da yapılması nedeniyle 1400’lerde frengi salgını baş gösterdi ve hamam gözden düşmeye başladı. 1500’lerdeki veba salgınıyla beraber önlemler alınması gerekti ve umumi hamamlar, neredeyse tamamen terk edildi. Bunda yöneticilerin tavrı da etkiliydi. Örneğin VIII. Henry, veba salgınından dolayı hamamları suçladı ve halka açık hamamların kapatılmasını emretti. Tudor dönemi İngiltere’sinde vücudu temiz tutmak için yıkanmak yerine temiz çamaşırlar giymek ve bunları sık sık değiştirmek, daha önemli hale gelmişti.

Rönesans ile birlikte belki öncesinde yaşanan salgın hastalıkların da etkisiyle suya düşkünlük, iyice azaldı ve yerini müthiş bir su korkusuna bıraktı. Sıcak suyun gözenekleri açtığı ve buradan tehlikeli hastalıkların vücuda girdiğine inanılmaya başlandı. Başa su sürmek bile bazı doktorlar tarafından son derece tehlikeli bulunuyordu. İnsanlar yıllarca yıkanmıyor hatta silinip temizlenmiyor; bunun yerine üzerlerindeki pis kokuyu bastırmak için Venedik gemileriyle Doğu ülkelerinden getirilen ağır ve pahalı kokular kullanmayı tercih ediyorlardı.Bir dönem insanın banyo yapıp yapmamasına dahi doktorlar karar verir hale gelmişti. Eğer kişinin şifa bulamadığı bir hastalığı varsa ve artık uygulayabilecekleri herhangi bir tedavi kalmadıysa doktorlar oturup uzun süre fikir alışverişinde bulunduktan sonra hastaya bir de banyo yapmasını, belki bu şekilde derdine çare bulabileceğini söylüyorlardı. Doktorlar tavsiye etmediği sürece yıkanmak, son derece gereksiz ve zararlı görülüyor hatta hamile kadınların bebeklerini düşürmesine neden olduğuna inanılıyordu.

O dönemde Avrupa’da zengin kesimin dış kıyafetleri, kadife ve ipekten yapıldığı ve çok pahalıya mal olduğu için yıkanınca bozulabiliyor bu nedenle bu giysilerin temizliği de yıkamak yerine bir bezle silerek yapılıyordu.

Yıkanmanın tekrar önem kazanması, 1700’lerin ikinci yarısında başladı. Zengin evleri için koltuk şeklinde lüks küvetler, altındaki ispirto ocağı ile suyu ısıtılan özel banyolar imal ediliyordu. Yine o dönemde metalden yapılmış, kocaman bir çizme görünümünde küvetler mevcuttu. Çizme görünümündeki bu küvetin açık olan koncundan içeri giriliyor, ayaklar ileri doğru uzatılıyordu. Bunlar, tabii ki ancak zenginlerin evlerinde bulunuyordu. Örneğin Fransız İhtilali’nin önemli isimlerinden, aynı zamanda bir bilim adamı ve hekim olan Jean Paul Marat, Charlotte Corday tarafından bir cilt hastalığı nedeniyle zamanının büyük bir kısmını geçirdiği böyle bir küvetin içinde hançerlenerek öldürülmüştü.

18. yüzyılla birlikte yükselişe geçen banyo kültüründe şarap banyosu, toplumun üst tabakası arasında oldukça rağbetteydi. Aynı uygulama, geçmişte Antik Roma’da da görülmekteydi. Zenginler sevdikleri ya da faydalı olduğunu duydukları cins şaraplarla küvetlerini doldurur, birkaç saatlerini burada geçirirlerdi. Böylece gençlik ve zindeliklerini koruyacaklarına ya da geri kazanacaklarına inanırlardı. Bu yüzyılda zenginler, lüks küvet ve banyolarında suyla ya da şarapla yıkanırken fakirlerin yararlanması için de yine ortak kullanıma açık banyolar sağlandı.

Orta Asya’ya baktığımızda Türklerin suya kutsal bir önem atfettiklerini ve suyu kirletmemek için yıkanmaya sınırlar getirildiğini söyleyebiliriz. Hatta taharetlenmek için su kullanmak, büyük günah sayılıyordu. Cengiz Han yasasına göre de kıyafetler eskiyene kadar giyilmeli, iyice yıprandığında ise atılmalıydı. Böylece yıkanmalarına gerek kalmayacak, su da israf edilmemiş olacaktı. Bu bölgede yaşayan Moğol, Başkırt ve Kırgızlarda da su konusundaki bu titizlik devam etmiş, yakın döneme kadar el ve baş yıkamayı suyu ağza alıp ellere püskürtme yöntemi ile gerçekleştirmişlerdir. Oysa Anadolu’ya gelen Türklerde İslamiyet’in de etkisiyle temizlik anlayışı ve hamam kültürü, toplumsal faaliyetler arasında bireylerin sosyal hayatında önemli bir yer tutmaktaydı. İnanç gereği sadece şehirlerde değil, köy evlerinde bile günümüzdeki tarzda banyolardan önce dolap şeklinde gusülhaneler bulunurdu. Osmanlı döneminde hamam kültürü ve mimarisi oldukça gelişmişti. Bir cami inşa edildiğinde genellikle yakınlarına bir de hamam inşa edilirdi. Bu dönemde topraklarımıza gelen yabancı seyyahlarda en çok hayranlık yaratan şeylerden biri Türklerin temizliği ve bu bağlamda öne çıkan Türk hamamlarıydı. Bu konu neredeyse tüm seyyahların ilgisini çekmiş; Richer, Belon, Schewigger, Gerlach, Heberer, Nicolay, Lubenau, Thevenot, Tavernier ve Tournefort gibi seyyahlar, eserlerinde Osmanlı hamamları hakkındaki görüşlerini kaleme almışlardır.

Velhasıl yıkanıp temizlenmek, hastalıklardan korunmak ve yorgunluk atmak için günümüzde en mütevazı evde dahi bulunan banyonun tarihsel gelişimi bu şekildedir. Dini inançlar nedeniyle Anadolu’da zaten önemli bir yer tutan yıkanma ve banyo kültürü; Avrupa’da fuhuş, salgın hastalıklar ve yanlış inanışlar gibi çeşitli sebeplerden bir dönem terk edilmişti. Banyo kültürünün bu coğrafyada tekrar canlanması, ancak mikropların keşfiyle insanların temizlik ve hijyen hakkındaki düşüncelerinin değişmesiyle mümkün oldu. Sanayi Devrimi’nin getirdiği imkanlarla hanelerde sıcak su sağlamak daha kolay hale gelince ve ilerleyen yıllarda elektrikli su ısıtıcısının da icat edilmesiyle modern anlamda banyo kullanımı tüm dünyada yaygınlaştı.

Bakmadan Geçme