Avenü
İnsan belleği zaman zaman geri dönüşler yapar. Hiç olmadık zamanda hiç olmayacak olaylar ve kişiler aklınıza...
İnsan belleği zaman zaman geri dönüşler yapar. Hiç olmadık zamanda hiç olmayacak olaylar ve kişiler aklınıza gelir. Anımsama adı verilen bu geri dönüşler zaman zaman insanı gülümsetir de hüzünlendirir de…
Karadenizlilere Perşembe günleri fıkra anlatılmaz derler… Ve sorarlar ‘acaba neden?’ diye.
Jetonun geç düşmesi esprisi var ya, Cuma namazında akıllarına gelip gülmesinler diye…
Buraya bir emoji (çizgili ifade) veya efekt (ses) yerleştiremiyorum. Gülüp gülmemek size kalsın.
‘Avenü’ de bana fakülte yıllarımı anımsatır. Sanıyorum rahmetli oldu, Ömer Faruk Akün adında bir hocamız vardı. Nasıl olmuşsa benim aklımın bir ucunda kalmış. Serveti Fünun edebiyatı ile ilgili bilgiler verirken kullanmıştı bu kelimeyi: ‘Ağaçlıklı yol’
Ne zaman nerde iki yanı ağaçlı bir sokak veya cadde görsem hep aklıma Prof. Dr. Ömer Faruk Akün ve ‘Avenü’ kelimesi aklıma gelir. Tabii bir de kalıplaşmış ‘edebi eser’ tanımlaması. Bu tanımlamayı, yüzüne bir gülücük kondurarak yapardı. Yaşlı idi, ağır konuşurdu ve kulakları tam duymadığı için bize sözlü soru sordurmazdı. ‘Yazılı vereceksiniz’ derdi. Nedense birden 35-40 yıl öncesine gittim.
Ben Fransızca olduğunu sanıyordum ama kaynaklar İngilizce olduğunu yazıyor. Anlamı şu: “İki tarafı ağaçlıklı yol.”
Örneğin 50. Yıl Ortaokulu ile Çamlık arasında kalan Namık Kemal Caddesi gibi. O caddeden eksilen bir çam ağacı gördüğümde üzülürüm.
Geçenlerde internette gezinirken, yazıya aldığım fotoğraf ile karşılaştım. Bir süre baktıktan sonra ben yine 35 yıl öncesine, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Amfi 10’a gittim.
Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret, Halit Ziya…
“Tanzimat’tan günümüz modern Türk edebiyatına gelinceye kadar bir önceki neslin yazar ve şairleri, bir sonrakileri hep beslemiştir. Bu gerçeğin ışığında hem edebiyat hem kültür tarihimiz açısından, özelde dergicilik tarihimiz açısından, II. Abdülhamit Dönemi’nin süreli yayınlarından olan Servet-i Fünun dergisi, önemli bir yere sahiptir.”
Servet-i Fünun’u II. Abdülhamit’in baskıcı rejimi doğurmuştur. Dergi bir makaleden dolayı kapatıldıktan sonra sanatçılar dağılmış bir daha toparlanamamışlardır. Tevfik Fikret daha sonra edebiyat dünyasına yeniden girmiştir ama bu kez ‘istibdat’ karşıtı ve ‘hürriyet’ taraftarı olarak yazmaya başlamıştır. Yazdığı şiirler elden ele dolaşmış büyük bir coşku içinde okunmuştur. Dönemin ünlü ‘Sis’ şiiri de bu çerçevede kaleme alınmış en önemli şiirlerinden biri olmuştur.
Bugün bile meclis kürsüsünden söylenen ‘Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet’ sloganı işte bu döneme ait bir slogandır.
Neyse kendimi bir an derste sanmadım elbette ama bir yazıya girince konu devam edip gidiyor işte.
Ödemiş biliyorsunuz, süs bitkileri fuarının düzenlendiği az sayıdaki ilçelerden biridir. Son yıllarda, bu sektördeki gelişmeleri de sektörün içindeki insanlar iyi bilirler. Ben böyle bir fuarı düzenleyen bir şehrin sokak ve caddelerinin dışarıda gelecek konuklar için bir uygulama ve gösteri alanı şekline sokulması gerektiğine inanır ve benzeri düşüncede yazılar yazarım.
Su krizi ve toprağın öneminde hep söz ediyoruz. Söz ediyoruz…
Söz etmek güzel ama eylem daha önemli…
Şu güneşten korunmak için çarşı pazarda gelişigüzel asılmış gölgelikleri görünce inanın içim acıyor.
Ağaç dikmek varken… Ihlamurlar, çınarlar…
**
Bugün 3 Haziran. Büyük dünya şairi Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümü.
Bugün memleketinden uzak topraklarda bir çınar ağacı altında yatan Nazım Hikmet’i, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Haziran’da Ölmek Zor” adlı şiirinden bir alıntı ile analım:
“Yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü / Bıraktım acının alkışlarına 3 Haziran 63’ü / Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne/ Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta / Okşar yanan alnını Nazım Ustanın, Nazım Ustanın”
Bakmadan Geçme





