ASIRLAR ÖNCE!

Yeni zamanların, eskilere hasret bıraktığı bu dönemde, ne insanlar mutlu ne güven içinde ne de paylaşmak...

Yeni zamanların, eskilere hasret bıraktığı bu dönemde, ne insanlar mutlu ne güven içinde ne de paylaşmak akıllarına geliyor. Maalesef ki, İyice insanlığı kaybettiğimiz ahir zamanları yaşıyoruz. Oysa çok değil, yıllar yıllar önce böylemiydik!

Arkanıza yaslanın, elinize de şöyle sade Türk kahvenizi alınız ve geçmişe yolculuğumuza birlikte gidelim. Zira bu keder, içmeden çekilmez. Neydik, ne yapmalarına izin verdik!

Hatırlıyorum da; ta yüzyıllar önce her şey daha bir güzel ve daha bir huzurluydu…

Mutlu olmak için pek çok sebep varken, mutsuz olunması için ancak Cumartesi aksamları Türk Filmi Seyredilir ve yaşlar akardı gözlerimizden.

Komşu kapılar açıktı hep, kimde ne pişirse apartmana dağıtmak ya da yemeğe çağırmak güncel bir durumdu.

Komşu erkekleri abi kardeş, komşu kızları da bacılarıydı komşu erkeklerinin.

Mahalleden delikanlının teki 3. kez geçemezdi, ya yolu kesilir nedeni sorulur (bazen şefkatle ya da şiddetle) ya da bir bakış bile yeterdi mahalleye tövbe etmesine.

Okuyan kız oranı, her zaman erkekten çok olmuştu, çünkü bilirdi anne ve babamız kadının okuması ve kendi ayaklarının üzerinde durmasının şart olduğunu.

Erkekler evin ve soyun temeli olsa da, kızlar hep evin en büyüğü, yol göstereni ve idarecileriydi.

Babalar kızlarının tek sevdikleriydi o zamanlar.

Başka erkeği sevmek nedir bilmezdik zaten.

Hele hele o zamanlar aşk adını dahi duymamıştık…

Sevişmek iki kişinin iyi anlaştığı manasında kullanılırdı, “Sevim hanımla dostluğumuz çok eskilere dayanır iyi sevişiriz” gibi. Bir erkeğe hissedilen duygunun adını bilmezdik ama o halimizle bile utanırdık onu hissetmekten. Utanma duygusu vardı zamanımızda. Birine dikkatle bakamazdık, saygı asla terk edilemezdi evde ya da dışarıda. El öpmek saygıdandı,

Evde anne babaya, dışarıda eşe dosta, komşuya, Okulda Öğretmene saygısız davranılmazdı.

Hele hele tatil günlerinde bile öğretmenlerimizi yolda gördüğümüzde yolumuzu değiştirirdik. Sırf çalışmıyor sanmasın diye.

Ezan okunurken Televizyon ya da radyo sesi kısılır. Cenazesi olana her türlü yemeğinden tutun da günlerce başka şehirlerden gelenleri için bile, yardım edilirdi.

Seccade her evde vardı ve namaz vakti herkes yok olur, sonrasında yine kalındığı yerden balkon sohbetlerine devam edilirdi…

Aç komşu mümkün değil olamazdı. Bir ailenin sıkıntısı mahallenin sıkıntısıydı. Gidermek ve yol göstermek minnet olunacak bir şey olmazdı. Çünkü İnsanlığın gereği diye bilir, normal davranış olarak yaşardık.

Mahalleden biri evleneceği zaman “Allah yuva kurana yardım eder” der, herkes o yeni evi baştan sona donatırdı. Gelinlikleri terzi komşu varsa diker, Mobilyacı gereken yardımı yapar, beyaz eşyacı taksiti ise ömürlüktü. Çünkü alışverişlerde söz senetti. Dönen ya olmazdı ya da zaten söz vermezdi.

İnsanlar asla yalnız hissetmezlerdi kendilerini, zaten düşünmeye bile fırsatı olmazdı kişinin.

Hele kış aksamları komşular toplanır tombala oynanır, numarayı rahat göremeyen babalarımızla komik anlar yaşanırdı.

Kimsenin eskisi ya da hor kullandığı kıyafeti olmazdı, çünkü komşu çocuğu da büyüyüp aynısını giyecekti. Bazen öyle güzel anlar yaşanırdı ki, bir kazakta bir montta birçok kişinin, türlü hatıraları olurdu.

Komşu erkek misafirliğe gittiği evde erkek yoksa içeri girmezdi. Kadına ve o eve saygıydı bütün bu davranışlar. Ve mesela kadınlar ayrı erkekler ayrı oturmazdı asla, herkes birbirine güvenir ve asla kötü senaryolar kurmazlardı. Hem dedim ya kötülük bilmezdik. Şimdilerde dizilerle, örnek alınan insanların hadsizlikleri ile insanlıktan çıkarttıkları ve bizlerin de zevkle çıktığımız, kin, kıskançlık, şiddet, saygısızlık, hadsizlik, entrika asla olmazdı. Neyse oydu İnsanlar

Hele hele Ramazanlar da bir başka olurdu Mahallelerimiz. Balkonda ezan vaktini beklemek, her evden yemek kokularının gelmesi; “Bereket derdi” annem “Ramazan evlere bereket getirir.” Şimdiki gibi ne göstermelik ibadet bilirdik, ne de bunu yapan din rantçıları mevcuttu aramızda.

Gece sahura yalvar yakar kaldırttığımı bilirim kendimi. Çünkü 9 yaşından beri Oruç tutmayı hem Allaha yakınlık bilirdik hem de özene bezene yaşanması gereken bir haz olduğunu.

Sevgi Başka bir şeydi. Adı geçmezdi ama sevmeme gibi bir duygumuz olmadığı için yaşam böyle gider diye düşünürdük. O yüzden de “Seni Seviyorum” denmezdi o zamanlar. Bir Bakış, bir dokunuş sevmenin vücut diliydi.

Annemiz bizi gözleriyle idare ederdi mesela, babalarımız yüksek sesle asla konuşmaz, asla kıracak incitecek kelamları dahi olmazdı. Bizlerden tek istedikleri; Okuyup Üniversiteler bitirmek ve önce Vatana sonra da kendimize ve en son da kendilerine hayırlı İnsan olmamızdı.

Başörtülü, Alevi, Sünni, Kürt bilmezdik. Sonrasında Sağ ve Sol öğrendik.

O da milleti bölmeye çalışan zihniyete başkaldırıydı. Sağ Sol bilirdik de onun için bile Yürek vardı o zamanlar. Ölümüne yaşadılar, yaşadık pek çok şeyi. Kahpelik yoktu, döneklik asla, kimse parayla satın alamazdı bizleri. Bir şeye inanır, inandığımız şey uğruna direnir ve hatta onun uğruna da ölürdük. Vatan, bayrak, Atatürk vazgeçilmez hatta vazgeçilmesi teklif edilemez değerlerimizdi.

Bizler o yıllarda; simsiyah önlüklerimiz, beyaz yakalıklarımız, hatta bunlara sahip olmayan arkadaşlarımızla aynı duygularla yaşlandık. Ve bizler o yıllarda; okullarda Andımız ile derse başlar, İstiklal Marşı ile haftayı bitirir, Atatürk İlke ve Devrimlerini öğrenerek eğitilirdik.

Cumaları Namaza giderdi babalarımız, evde Ramazanlarda Hatim indirirdi ailelerimiz,

yaz tatillerinde Kuran Kurslarına gitmek, namaz kılmayı öğrenmek, haram yememeyi

yalan konuşmamayı, kul hakkı yememeyi, birinin malını çalmamayı, küçüğe sevgiyi

büyüğe saygıyı biz o yıllarda öğrendik.

Vicdanı olanlar, bir düşünün bakalım; çocukluğumuzda mı daha ahlaklı ve inançlıydık, şimdilerde mi?

Tanrı, yüreğinin ve beyninin harmanını dilinden dökülen insanlarla karşılaştırsın inşallah

Sevgiler

Bakmadan Geçme