YAŞAMA HAKKI VE DEVLETİN GÖREVLERİ
Anayasamız tarafından güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin başında 'yaşama hakkı' gelir. Yaşama hakkı güvence...
Anayasamız tarafından güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin başında 'yaşama hakkı' gelir. Yaşama hakkı güvence altına alınmadıkça seyahat, düşünce özgürlüğü, özel hayatın gizliliği, kişi dokunulmazlığı gibi diğer hakların bir anlamı olmaz.
Kişilerin insanca yaşaması için öncelikle ailesi ile birlikte barınabileceği bir konuta, burada zorunlu ihtiyaçları olan elektriğe, suya, ekmeğe, ısınmaya, sağlık yardımına, eğitimden yararlanma, sosyal ve kültürel hizmetlere ihtiyacı vardır.
Bu hakları kişilere kim sunacaktır? Anayasamızda bu görev devlete verilmiştir. Devlet dediğimiz kurum vatandaşlardan topladığı vergilerle kendisine verilen bu görevleri yerine getirecektir. Vatandaşlar elde ettiği gelirden nasıl bir bölümünü devlete vergi olarak ödüyorsa, devlet de anayasa ve yasalarla kendisine verilen görevleri yapmak, vatandaşları insanca yaşatmak zorundadır.
Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığım gibi vatandaşların barınması için konut, içinde ailesi ile birlikte insanca yaşaması için elektrik, su, yiyecek, ısınma, eğitim alma, sağlıklı yaşama gibi ihtiyaçlarını karşılanması bir insan hakkı olarak değerlendirilmelidir. Susuz hayat olmayacağı gibi günümüzde elektriksiz, doğalgazsız, besinsiz, eğitimsiz bir yaşam düşünülemez.
Son zamanlarda elektriğe, doğalgaza ve yiyecek maddelerine gelen zamlar ülke gündemine oturdu. Haberleri dinlemeye başladığınızda halk gelen faturalara isyan ediyor. İşyerlerine, konutlara gelen elektrik faturaları kira bedellerini aştı. Vatandaşlar 'aldığımız ücretle ve kazandığımız gelirle faturaları ödeyemiyoruz, geçinemiyoruz' diye; işyeri sahipleri ve üreticiler de 'bu zamlarla üretim yapmamız mümkün değil, iflasın eşiğindeyiz, üretemeyiz' diye feryat ediyorlar.
Gerçekten ülkemizin durumu içler acısı bir hale geldi. Etrafımdaki sanayici arkadaşlarla konuşuyorum, her biri dert küpü olmuş, bir söyle, bin işit misali. 'Şu kadar işçi çalıştırıyorum, işçi ücretleri, elektrik parası, hammadde parası, vergiler derken içinden çıkamıyoruz. Çiftçiye mal satamıyoruz. Sattığımızın bedellerini toplayamıyoruz çünkü onların ürünleri de para etmiyor. Üretim durdu, iflasa gidiyoruz' diyor.
Ziraat yapan arkadaşlarımla konuşuyorum, onlar da dertli. 'Mazot, tohum, gübre ve ilaçların yanına yaklaşılacak gibi değil, ekemeyeceğiz' diyorlar.
Çiftçi ekmezse, fabrikalar üretmez ise, vatandaş geçinemiyorsa ülkemizin hali ne olacak? Arap ülkeleri gibi toprağımızda petrol fışkırmadığına, merkez bankamızda yığınla döviz bulunmadığına göre ülke önünü nasıl görecek? Gelecek yılları nasıl kurtaracak? Ülkesini seven herkesin bu konuda düşünmesi gerekmektedir.
Ülkemizde durum herkes için böyle değil. Mutlu bir azınlık altın çağını yaşıyor. Bir eli yağda bir eli balda olanlar da var. Siyasi iktidara yakın olanlar halinden memnun. Ama işçi, memur, emekli, esnaf, çiftçi, küçük iş adamları gibi toplumun büyük çoğunluğu ne yazık ki ağır vergiler ve zamlar altında ezilmeye devam ediyorlar. Bu kötü gidişi durdurmak gerekiyor. Ülkemiz bu yükü daha fazla taşıyamaz.
Bunun için, öncelikle Afrika ülkelerindeki diktatörlükler dışında dünyada eşi benzeri olmayan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen tek adam rejiminden vazgeçilmelidir. Tek kişi her zaman hata yapabilir, yanılabilir. Tolumun ortak aklını ve menfaatlerini gözeten bir idari yapıya ihtiyaç vardır. Bu anlamda yeniden laik, demokratik, hukuk devletine dayalı güçlendirilmiş parlamenter sisteme ihtiyaç vardır. Yasama, yürütme ve yargı ayrılmalı, uyum içinde çalışmalıdır. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı mutlaka sağlanmalıdır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı gibi ülkemizin yetiştirdiği ünlü ekonomistlerle birlikte toplumun her kesiminden kişilerin çağrıldığı yeni bir iktisat kongresi düzenlenmeli ve orada alınan kararlar disiplin içinde uygulanmalıdır. Üretime dayalı ulusal bir kalkınma modeli oluşturup yürüklüğe konmalıdır. Aksi durumda bu gidiş ne yönetilenlere ne de yönetenlere iyilik getirmeyeceği açıktır.