UNUTTUKLARIM, DÜŞÜRDÜKLERİM
Unutkanlık bir hastalık mıdır, bilmem ama pekçok insanın yaşadığı bir gerçek. Zaman zaman haberlerde çıkar, şu...
Unutkanlık bir hastalık mıdır, bilmem ama pekçok insanın yaşadığı bir gerçek. Zaman zaman haberlerde çıkar, şu kadar para Milli Piyango'dan alınmadı, bankalarda unutulan hesaplarda şu kadar para var diye. Bunlar ülke düzeyinde ne kadar unutkan bir topluluk olduğumuzu anlatmaya yeter sanırım. Ben de o unutkanlardan biriyim. Öyle unutkanlıklarım var ki anlattığımda herkes şaşkınlıkla dinliyorlar. Sanırım bunları yerimiz uygun olduğunca anlatabilirim.
Almanya'nın Bavyera eyaletinde göreve başladığım ilk aylarda Münih'te mesleki toplantıya gidiyordum. Oturduğum kasabaya en yakın tren istasyonuna arabamla gittim. İstasyonda iki yolcu vardık. Bir zenci genç ve ben. Biletimi aldım. Bankta yan yana oturduğum gencin bilet alıp almadığını görmedim. Tren geldi ve tek yolcu olarak ben bindim. Trenin hareketinden tahminen 15-20 dakika sonra deri el çantamın yanımda olmadığını fark ettim. İçinde pasaportum, evin, arabanın anahtarları vardı. Tren kendi halinde seyrederken bu unutkanlığım beni derin bir şoka sürükledi. Ne yapacağımı bilemez bir durumdaydım. Hayatta çözümsüzlük kadar kötü bir durum olduğunu yaşayan bilir. Çünkü hareket halinde bir tren ve kırmızı imdat freni çekecek kadar Almancan yoksa nasıl durduracaksın o treni?
Bu durumda yol alırken, tren bir istasyonda durdu. Durur efendim, herhalde benim için duracak değil ya! O da ne, benim camı tıklatan biri var. kıyafetinden istasyon şefi olduğunu anladığım kişiye penceremi açtım. Bana hızlıca ve sanırım Bavyerişçe bir şeyler anlatıyor. Anlamak ne mümkün! O anlattıklarının arasında tek bir sözcüğü seçebildim. 'Die Tasche' Türkçe çanta! Anlamasam da teşekkür ettim, tren hareket etti. Şimdi anlıyorum ki, o istasyonda yolcu binmediği halde sırf benim için durmuş.
Tren hareket ettiğinde yanıma gelen biletçiye kendimi tanıtıp, şefin ne söylediğini tane tane anlatmasını rica ettim. Bu ricam üzerine, söylediği şuydu: 'Çantanız ardımızdan gelen trene verilmiş. Münih Garına bizden beş dakika sonra 18 nolu perona gelecek. O trenden çantanızı alabileceksiniz.' Rüyadayım sanki, bu nasıl olur, diyordum. Yüreğim biraz ferahlamıştı. Bir an önce Münih'e varmak istiyordum. O da oldu. Trenden iner inmez 18 nolu perona koştum. Heyecanla beklediğim tren ufuktan göründüğü elimde olsa raylara inecektim. Söylediği saatte tren perona girdiğinde ilk vagonda tren şefinin elinde sallanıp duran çantamı görür görmez, 'Meine Tasche, Meine Tasche!' diye seslendiğimi dün gibi anımsıyorum.
İkinci unutkanlığım yine Bavyera'dan. Hizmetiçi eğitim kursuna gittiğim kentte akşamları oturduğumuz kafede çok sevdiğim yün hırkamı oturduğum bar sandalyesi üzerinde unutmuştum. Olay Perşembe akşamı oldu. Ertesi gün seminer bitmiş, geri dönüş hazırlığı yaptığım sırada hırkamı unuttuğumu anladım. Bir koşu kafeye gittiğimde kapalı olduğunu gördüm. Bu durumda mekan sahiplerinin insafına güvenerek, bilgi notu yazıp kapı aralığından attım.
Bir hafta sonra bu kez Türkiye'ye gitmeye hazırlandığım gün, kapımı tıklatan postacı bir kutu içinde ütülenmiş, tertemiz halde hırkamı bana teslim ediyordu.
Bir de düşürdüklerimden örnek vereyim. Fazla sıkmaya gerek yok sizi. Ödemiş'te geçen hafta Emin İgus konseri vardı. Ona gitmek üzere kırmızı bisikletimle akşam yola koyuldum. Montumun cebinde cep telefonumla yedek şarj aleti vardı. Anadolu Caddesine vardığımda sarsıntının etkisiyle olsa gerek bir anda yedek şar aleti yere düştüğünü fark ettim. Eğilip aldığımda cep telefonum cebimde yoktu. Onu aradım ama karanlıkta bulamadım. Gerisin geri dönüp baktım yoktu, allahım, yoktu. Bunun üzerine telaşla kayıtlı olduğum bayiye giderek sim kartımın değiştirilmesini istedim. Ben bu işlerle uğraşırken, cep telefonum ayaklanmış, bizim eve vardığını konserden eve döndüğümde anladım. Bir işyerinde evlere servis işi yapan arkadaş motosikletle giderken tesadüfen bir araba altına savrulan telefonumu görünce almış. Rehberimde eşimin olduğunu tahmin ettiği numarayı arayarak telefon bulduğunu iletmiş. Evimizi de bilen bu hayırlı arkadaş gelip teslim etmiş. Kardeşler Balıkçılık firmasının servis elemanı Cüneyt gibi arkadaşımız var olduğu sürece sırtımız yere gelmez.
Cüzdanımı düşürdüğümden haberim yoktu. Baktım telefona, İnönü Mahallesi Muhtarımız Nihat Savuran arıyor. Hayrola bu saatte beni niye arıyor, dedim. Açtım telefonu, 'Hocam müjde, cüzdanın bende!' demesin mi? Cüzdanın olduğu yeri yokladım, gerçekten yoktu. Koştum, Nihat muhtarıma. Ona bir vatandaş teslim etmiş, o da bana teslim etti. Kendisine kocaman teşekkür borçluyum.
Muhtarımızdan söz açmışken, işini 25 yıldır aşkla yapan Anafartalar Mahallemizin muhtarı sevgili Hüseyin Macan'dan söz edilmez mi? Ocak ayının 30'unda İzmir'e bir minibüs dolusu Vefa İstasyonu buluşmasına gidiyoruz. Araç hayli ilerledikten sonra eşimin aklına takıldı. Dairenin anahtarı kapı üstünde kaldı mı? Bunu sıkça yaşarız. Geri dönemeyiz. Hava da yaşlı. Son çare Sayın Macan'ı aradım. Durumu anlattım. 'Hiç lafı mı olur,' deyip bir koşu eve gidip, geldi. Anahtar kapıda değildi. Eşim rahatlayınca doğal olarak arabadakiler de rahatladı! Böyle bir muhtar nasıl göreve devam etmez? Mahalle sakinlerinin oturdukları kapı numaralarını ezbere bilen ve her derdine koşan bir insan maaş için değil, işini şevkle, aşkla yaparsa ancak bu kadar yapar.
Hikye bende çok, ancak yerim dar! Özetle şunu anlattım gençlere geçenlerde. Alınteriyle kazandığınız her şey, unutsanız da, düşürseniz de mutlaka size geri döner. Dürüstlükten uzaklaşmayın, kolay kazanç yollardan elde edilenler için, atalarımız 'Haydan gelen, huya gider,' demişler…
Haftaya görüşmek üzere hoşçakalın.