Trenci olmak isterdim
Çocuk büyürken anası, söylediği ninninin arasında, “Oğlum doktor olsun, avukat olsun, paşa olsun, büyüsün de okusun!”...
Çocuk büyürken anası, söylediği ninninin arasında, 'Oğlum doktor olsun, avukat olsun, paşa olsun, büyüsün de okusun!' diye diye müşfik isteklerde bulunur.
Aslında her ananın aklında bu yatar. Tabii ki bunun gerçeğe dönüşmesi için akıl ister, mali kudret ister. İş bitmiyor. Beceri ve biraz da şansla…
Benim ananın benim için söylediği ninnide 'Büyüsün de trenci olsun oğlum!' demesini isterdim.
Ne dedi bilmiyorum ama böyle demediği anlaşılıyor.
Deseydi belki trenci, demiryolcu olurdum. Çünkü ben trenci, demiryolcu olmak istiyordum.
Hayat çizgisini kendin çizemiyorsun ki!
Ben trenci, demiryolcu olmak isterdim. Şimdi şimdi anlıyorum: Benim için anam 'Okusun, büyüsün de gazeteci olsun, yazar olsun!' demiş. Beşiğimi böyle sallamış.
Bunu daha ilkokulun ilk sınıflarında haftalık 'Hemşerim', 'Köroğlu' ve 'Hacivat' gazetelerini 3 kuruş verip almasından anlıyorum. Anam öyle istemiş kabul ama ben trenci, demiryolcu olmak istiyordum.
Kara trenin 1'inci, 2'inci ve 3'üncü sınıf kompartımanlarında kondüktör olmak istiyordum.
Kara trende ateşçi de olmak istiyordum. Trenin ateş kazanına kara kömür atmak istiyordum. Kömür olmadığında kuru ağacın kuru dallarından odun da atardım… Bir iş olsun diye değil, hevesle atardım… Çünkü ben, tren yürüsün isterdim…
Anadolu'da bir kara tren katarı uçsuz bucaksız ovalardan geçerken küçük bir tren istasyonunda istasyonun memuru olmak isterdim…
Hep trenle bağlantılı olmak isterdim. Kondüktör, makinist, ateşçi olmasaydım da bir ücra küçük tren istasyonunda hem masa memuru hem telgrafçı hem de trenin her geliş gidişinde istasyon duvarlarındaki büyük çanı çalmak, 'Hoş geldin tren', 'Güle güle tren' demek isterdim.
Tren istasyondan ayrılınca onun siluetinde ve kara bulutlarında kendimi görmek isterdim.
İstanbul Doğu Ekspresi'nde kondüktör olmak, Anadolu'nun güzel köşelerine bıkmadan gidip gelmek ve görmek isterdim.
Ben bu görevlerde bulunurken biraz da hayal eder, aristokratların Venice Simplon Orient Express'ine bir hizmetli olmak isterdim.
Paris, Zürih, Basel, Bükreş, Kapıkule, İstanbul arasında zevkle gelip gitmek isterdim.
Aristokrat olamadığıma belki üzülür fakat yine de gelip gitmek giderdim.
Türk Osmanlı İmparatorluğu'nda 33 yıl padişahlık yapan, bazılarının 'Ulu Hakan', bazılarının da 'Kızıl Sultan' dedikleri padişah Abdülhamit'in Almanlara imtiyaz vererek tesisine sebep olduğu dünyaca ünlü İstanbul-Bağdat demiryolunda kondüktör veya ateşçi olmak isterdim.
Tren, Bağdat sıcağında giderken o ateşin sıcağında kazana odun-kömür atmak isterdim.
Ateşten sıcak havada havanın göğsüme ve gözüme konduğu o an bile ateşi duymazdım.
Ben bir tren ve demiryolu tutkunuyum.
İnsanlık hali… Strese girdiğimde Ödemiş eski istasyonundan Beytiköy durağına gidip geldiğimde beni neşe sarar, sükun bulurdum.
Ben, tren ve demiryoluna melankoli şeklinde bağlıyım.
Kara tren bir ara istasyondan kalktığında kompartımanın pencere kenarında oturup düşünen siyah giysili, siyah gözlü genç hanımın gözlerinden damlattığı iki göz yaşına ve onun siyah tren dumanları arasında bıraktığı üzüntülerine ortak olmak isterdim.
Tren, hasretlileri kavuşturur.
Tren hasret ezer, dert ezer demiryollarında…
Not: 18 Şubat 2015 tarihinde kaybettiğimiz gazetemizin başköşe yazarı Mustafa Erdal'ın 18.11.1998 tarihinde Küçük Menderes Gazetesi'nde yayınlanan bu yazısını ölüm yıldönümü anısına köşeme aldım. Onu unutmayacağız…