Telefon rehberi
Telefonla ilk tanışmam, ilkokul yıllarına dayanıyor. Sınıf öğretmenimiz, sanırım Nimet Tüzün'dü o yıl. Dördüncü sınıfta İncirliova...
Telefonla ilk tanışmam, ilkokul yıllarına dayanıyor. Sınıf öğretmenimiz, sanırım Nimet Tüzün'dü o yıl. Dördüncü sınıfta İncirliova PTT binasına gittik topluca. Telefon aparatını ve bu aparatla nasıl konuşulacağını gösterdi görevliler. Konuşma adabı diye bir şey olduğunu da öğretmenimizden böylece öğrendik ama toplumca bu adaba ne denli uyduğumuz konusunda ciddi endişelerim var.
Yıllar sonra Ödemiş'i yurt edindiğimiz 1977 yılı mıydı kestiremiyorum; henüz o yıllarda telefon birimi de PTT'nin üzerindeydi. Bacanakla peşpeşe yazıldık. Sırayla gelip bağlanıyordu. Telefon sahibi olmak çok önemliydi. Evinde telefonu olanlara farklı bir gözle bakıldığını da söylemeliyim. Şimdilerde Iphone 8'i olanlar dikkate değer oldu.
Telefon bağlandıktan sonra iki cilt halinde telefon rehberi verildi. Konuşmak istediğimiz numarayı burada bulduktan sonra numaraları tek tek çevirerek karşıya ulaşabiliyorduk. Gerçi bunları yazarken ben sıkıldım, siz de lütfen sıkılmayın. Çünkü her yazının böyle sıkıcı bir girişi olabiliyor. Gelelim asıl meseleye…
Hamamköy Ortaokulu'nda çalışırken tanıdığım, gerçek bir dost ve arkadaş edindiğim Ali Rıza Şimşek (Lazoğlu) ile gerek Ödemiş'te gerek Hamamköy üzerinden Aydın'a giderken çay molası sırasında oturur sohbet ederdik. O, Ödemiş'e geldiğini haber verince buluşur, yarım kalan sohbetimizi tamamlamaya çalışırdık. Bana o denli bağlıydı ki hakkımda şiir bile yazmıştı. Günün birinde yine Hamamköy yolundan Aydın'a giderken köye yaklaştığımda Ali Rıza'ya telefonla geldiğimi haber vereyim dedim. Telefona çıkan kadının eşi olduğunu anladım, önce bir anlam veremedim. Ama ardından gelen sesle adeta yıkıldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Ali Rıza iki gün önce vefat etti, diyordu eşi. Böylesi dünya tatlısı bir dosta bir veda edemeyişime hep hayıflandım durdum.
Küçük yaşamımızda telefon rehberine sığdırdığımız nice dost, arkadaş ve akrabalarımız var. Bunlar da hazan yaprakları gibi birer birer dökülüyor. 2017-2018 dönemi benim açımdan hüzün dolu bir sonbahar oldu. İlk Ayhan Kökmen, ardından Vedat Öztürk, Coşkun Akçay, Okan Biçer, Necla Saygı, Timuçin-Sevim Varol'un biricik kızı Belgin, Fevziye halamız ve şimdi de telefon rehberimden adı hiç silinmeyecek M. Aykut Dural'ımız…
Sevgili Aykut'un tedavisi süresince sanırım en sık görüştüğü kişilerden biriydim. Çoğu kez telefonlaşırdık. O, kendisini iyi hissettiği günlerde beni arardı. Bazen de ben, onu özlediğimde arardım. Çünkü ikimiz de aynı yolun yolcusuyduk. ÇYDD yönetimi olarak her yıl vermekte olduğumuz ÇAĞDAŞ YAŞAMA HİZMET ÖDÜLÜ'nü bu yıl alan üç kişiden biri olmasından büyük mutluluk duyduğunu o gecemize katılan dostlarımız çok iyi anımsayacaklardır. O gün ödül konuşmasında anlattığı bir öğrenci arkadaşının yokluk nedeniyle intiharı, hepimizi derin bir hüzne sürüklemişti. Gerçekte o, bu ödülü çoktan hak eden biriydi. Yönetim kurulu toplantılarımızın neşe kaynağıydı. Anlattığı fıkralarla havayı hemen yumuşatır, en çok da Kamuran Köymenoğlu hocamızın mutlu olduğunu görürdük. Dile kolay, iki dönem kesintisiz görev yaptık onunla. Tarihe not düşmek adına söylemeliyim. Ödemiş Eğitim Vakfı'na kazandırdığımız bina, Aykut'la yaptığımız bir sohbet sonrası konuya sahip çıkan Bekir Keskin başkanımızla gerçeğe dönüştü.
Cenazesine çok istememe karşın tedavim nedeniyle katılamayışımı bilmeyen arkadaşlar için belirtmeliyim. Aykut, benim için çok sıradışı biriydi. Her ne kadar babası Süleyman Abi'yle çalışamadım ama dedesi Halil Dural'ı Ödemiş Tarihi, ardından Doç. Dr. Sabri Yetkin'in kazandırdığı Bize Çakırcalı Derler kitabıyla çok takdir etmiş, hakkında makale yazmıştım. Böylesi ulvi duygularla yakınlaştığım Aykut, sohbetinden her zaman mutlu olduğum biriydi. Onun değerli meslektaşı ve komşusu Avukat Sezen Cerit'e vereyim sözü şimdi de:
'İnsan doğar, yaşar ve ölür. Önemli olan, yaşadığı süre içindeki görevlerini hakkıyla yapmasıdır. Aykut Abi, iyi bir insan, kibar bir beyefendi, çok iyi bir dost, iyi bir eş ve baba, çok başarılı bir savcı ve avukat, Atatürkçü, iyiliksever, her şeyden önemlisi güvenilir bir insandır.
Aykut Abi, sağlam kişiliğin ve umudunla hepimize örnek büyük bir mücadele verdin, hepimize yaşama azmin ve güler yüzünle örnek oldun. Ama hayatın gerçekleri gelir, bir gün vurur ummadığımız bir anda. Her canlı ölümü tadacaktır.
Şimdi onu kendi şiiriyle uğurlama vakti:
Yol,
Kime uzun,
Kime kısa bilinmez,
Mana içte,
Göz göremez,
Yaşam,
Cevherin içindeki özü görene,
Öze gitmek bir eylem,
Doğru yolda durabilene.
Aykut Dural
Anılar ormanında yürümeye başlıyorsanız bilin ki benim gibi yaşınız 65'i geçmiş demektir. Şimdi o ormanın neresine kadar yürüyeceğimi bilmiyorum. Bilen var mı, hoş, doktorum sen en iyisi 75'i hedef al dedi ya, ben bugünü hedef alıyorum. Yani carpe diem (anı yaşa!) diyen Romalı düşünüre şapka çıkarıyorum. Aykut'un da dediği gibi yol kime uzun, kime kısa bilinmez. Aykut'a ne zaman şiirlerimden okusam espriyle şiir okumayı sevmediğini söylerdi. Meğer o, şiir cevherini içinde saklıyormuş.
Sevgili Aykut'um! Bu kısa yolculuğunda ne çok sevgi biriktirmişsin ki bu, her kula nasip olmaz. Seninle ne zaman buluşuruz bilmiyorum ama seni özleyeceğimi sakın unutma. Güle güle, sevgiyle git Aykut…